23 Ekim 2007 Salı

AZERBAYCAN-ARŞİVSEL

Dünyanın birçok bölgesi tarihi, coğrafi, kültürel, sosyal, ekonomik ve stratejik özelliklerinden dolayı farklılıklar gösterir. Bütün bu özelliklere sahip bölgeler incelendiğinde Kafkasya ilk akla gelen bölgelerden biridir. Avrasya'nın doğusu ile batısı arasındaki geçit konumu itibari ile de ayrı bir özellik taşıyan Kafkasya'nın dikkat çeken, önemli coğrafyası ise şüpesiz Azerbaycan'dır. Dünyanın çok az sayıdaki bölgesinde üzerinde yaşadığı halkı ile birlikte bölünmüş ülke örnekleri araştırıldığızaman ilk hatırlanan Kore ve Yemen'dir. (Doğu ile Batı Almanya'nın 1989'da birleşmeleri hafızalarda sıcaklığını koruyor). Azerbaycan ise 1828 yılından beri coğrafyası ve halkı ile birlikte bölünmüş ve Azerbaycan'ın bu durumu çok dar çevrelerin dışında bilinmiyor. Doğu ile Batı Türklüğü'nün ortak tarih, dili ve kültürünün yaşanıp yaşatıldığı Azerbaycan hakkında o kadar az bilgiye sahibiz ki, Azerbaycan adı günümüzde yalnız Kafkasya' da, Hazar Denizi'nin batı sahilleri boyunca uzanan topraklar üzerinde mevcut AZERBAYCAN CUMHURİYETİ ile tanımlanmaktadır. Azerbaycan tarihi coğrafyası incelendiğinde, Azerbaycan adının Azerbaycan ile sınırlı olmadığı görülmektedir. Azerbaycan genel hatlarıyla kuzeyde Derbent, kuzeybatıda Borçalı, batıda Türkiye ile sınır, güneyde Hemedan dahil, güneydoğuda Tahran yakınlarındaki Gazvin'i kapsayan ve doğusu Hazar Denizi ve İran topraklarıyla çevrili büyük bir coğrafyanın adıdır. Kafkas sıra dağlarından başlayıp Irak topraklarına uzanan bu geniş coğrafya tarihin ilk çağlarından itibaren insanlar ile meskundur. Aras'ın güneyinde Urmiye Gölü çevresinde, Merağa'da, Tebriz ve Karadağ dolaylarında Aras'ın kuzeyinde ise Nahçıvan, Taşkesen, Laçın, Hanlar v.s. bölgelerde bulunan kalıntılar Azerbaycan coğrafyasında dünyanın bir sıra coğrafyasında görülen ilk çağ dönemleri Taş Devrinin,Cilalıtaş Devrinin, Tunç Devrinin, Bakır Devrinin yaşandığını ortaya koymaktadır. Bakü yakınlarında bulunan Gobustan bölgesindeki kaya resimleri ise Azerbaycan coğrafyasında toplu yaşamın ilk somut örnekleridir.

MİLATTAN ÖNCEKİ DÖNEM



Azerbaycan coğrafyasında coğrafyasında Milattan önce 3000 yılının ikinci yarısında toplu yaşamın başladığı biliniyor. Urmiye Gölü çevresinde Sümerler ile komşu yaşayan Kutiler, Azerbaycan coğrafyasının ilk meskun toplumu olarak kabul ediliyor. Daha kuzeydeise Turikkiler'in varlığı biliniyor. M.Ö. 2000 yılı ile 1000 yılı arasındaki dönemde ise Azerbaycan coğrafyasında Kimmerler'in, İskitler'in,Massagetler'in ve Kaspiler'in varlığı görülmektedir. Azerbaycan coğrafyasında M.Ö. 1000 yılı 9-7 y.y.larda Aras Nehri'nin güneyi boyunca uzanan topraklarda Manna Devleti'nin hakimiyeti görülmektedir. Manna Devleti'nin merkezi Urmiye Gölü'nün güneyindeki antik İzutu'dur. Manna Devleti M.Ö. 8. y.y.'da ünlü hükümdarı İranzu ve Aza'nın yönetiminde en parlak yönetimini yaşamıştır. Devletin sınırları Urmiye Gölü'nün güneyenden Kızılözen Çayı'na kadar uzanmaktadır. Bu dönemde Mezopotamya' da Asur, daha kuzeyde ise Urartuların hakimiyet dönemi yaşanmakta idi. M.Ö. 7. y.y.'da Aras Nehri'nin kuzey bölgelerine Tük boylarının İskitler'den sonra kitleler halinde gelip yerleştikleri biliniyor. Azerbaycan coğrafyasının büyük bölümüne hakim olan Manna Devleti uzun yıllar Urartu ve Asurlular ile yapılan savaşlar sonucu zayıflatılarak dağılma sürecine girerken Manna Devleti arazilerinde M.Ö. 6. y.y. sonlarında Midya Devleti'nin kurulduğu görülmektedir. Midya Devleti'nin Manna toprakları üzerinde egemenliğinin tamamen sağlanmasının yanısıra Asurlular ve Urartular ile yapılan savaşlar sonucu devletin sınırları genişlemiş, güneyde Basra Körfezi, doğuda günümüzdeki Afganistan, kuzeyde Aras Nehri, batıda ise bir dönem Kızılırmak'a kadar uzanmıştır. Midyalılar bölgede ünlü hükümdarları Astiag zamanında en parlak dönemlerim yaşadılar. M.Ö. 5. yüzyıl başlarından itibaren Arasın güney bölgesinde Fars Ehemeniler'in hakimiyeti başlamıştır ki, Ehemeni hükümdarı II.Kuruş bütün fars tayfalarım birleştirerek Midyalılara karşı 553-550 yıllarında yürüttüğü savaşlar sonucu Midya topraklarında Ehemeni Devleti'nin hakimiyetini sağladı. Aynı zaman diliminde Arasın kuzey bölgelerinde Iskitlerin yanısıra Uzilerin kısa sürelerle Kaspilerin kuzeyden gelerek yerleştikleri ve bölgesel hakimiyetler sağladıkları bilinmektedir. Arasın kuzeyinde ayrıca küçük tayfalar halinde yerleşen Kaddusiler ile Salezinlerin de bölgesel hakimiyetleri yaşanmıştır. Arasın kuzeyinde en uzun süreli ve en güçlü hakimiyeti sağlayan ise Alban Devleti'dir. Midya arazisinde hakimiyeti bütünüyle sağlayan Ehemeniler, Arasın kuzeyinde Alban arazisin! de ele geçirmek amacıyla saldırılar düzenlemeye başladılar 522-486 yılları arasında l.Dara zamanında bu amaca ulaşıldı ve Ehemeni Devleti'nin sınırları kuzeyde Kafkas sıradağlarına kadar uzandı. M.Ö. Binyilın da Arasın kuzey ve güneyi ile birlikte büyük bir arazi Ehemeni Devleti'nin hakimiyetinde bulunmaktaydı. Ehemenilerin egemenliğine Makedonyalı iskender son verdi, iskender'in doğuya yönelik akınları neticesinde Ehemeni Devleti ortadan kalkarken Arasın güneyindeki eski Manna ve Midya toprakları üzerinde Midya Atropatena veya Atropat Midiyası gibi tanımlamalarla da bilinen Artopaten Devleti kuruldu. Arasın kuzeyinde ise Ehemenilerin kısa süreli hakimiyetlerinden sonra Alban Devleti bölge genelinde egemenliği sağladı.



AZERBAYCAN ADI



III.Dara döneminde Küçük Midya Satrapı (Eyalet komutanı) olan Atropat Büyük iskender'in son akınında onun tarafına geçerek 331 yılında Govgamel Savaşından sonra bölgede hakimiyet sağlamıştır. Makedonyalı iskender'in ölümü üzerine de Atropat 328 yılında kendi adıyla bilinen Atropaten Devleti'ni kurdu. Atropaten'in egemenliğini kabul ettirmesinin ardından bölgenin o döneme kadar Manna, Midya, Alban v.s. isimlerle ifade olunan adı bir takım farklı telafuzlarla da olsa Azerbaycan olarak tanımlanmaya başlar. Azerbaycan adı bölgede M.Ö. 4.yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanır. Bununla ilgili iki görüş savunula gelmektedir. Bunlardan biri Atropat'ın kurduğu devletin isminin Atropaten olduğu bu ismin farslarda Aderbadagan, Araplarda Aderbaycan v.b. şekillerde telafuz edildiğidir. Diğeri ise Azer ile Baycan sözlerinin OdAteş ve Yurt karşılığı olduğu bununlada Odlaryurdu anlamında Azerbaycan sözcüğünün kullanıldığıdır. (Bu görüş Azerbaycan topraklarının çeşitli bölgelerinde eski dönemlerden beri kendliğinden yanan doğalgazdan kaynaklanıyor olabilir. Baku yakınlarındaki Od Dağı yanan doğalgazı ile bu görüşe örnek oluşturmaktadır. Ayrıca Urmiye taraflarında da kendiliğinden yanmakta olan doğalgaz kaynaklary bulunmaktadır).


MİLATTAN SONRAKİ DÖNEM


Azerbaycan coğrafyasında Tarihin en uzak dönemlerinden M.S. ilk yüzyıla kadar geçen süreçte birbirinin ardısıra kurulsada zaman zaman varlıklarım egemenliklerinde oldukları devletlerin arazilerinde devam ettiren en güçlü devletler Manna, Midya, Ehemeni, Alban ve Atropaten Devletleridir. Söz konuşu devletlerin Sümerler, Asurlar, Urartular. Romalılar, Partlar ve diğer bölge devletleri ile uzun süren savaşlar yaptıkları bilinmektedir. Enson bölgede hakim olan Atropaten Devleti'nin varlığı Romalılar ve Partlarla yapılan savaşlar sonucu son bulmuş ve bölgede M.S. 224 yılında fars olan Sasaniler'in hakimiyeti başlamıştır. Sasanilerin hakimiyet yıllarında Azerbaycan Coğrafyasında, Arasın gerek kuzeyinde gerek güneyinde çeşitli devletler, hükümdarlıklar kurulmuş ancak onların hiçbiri bölgesel egemenlikten öteye geçememiştir. Sasaniler ünlü hükümdarları Nuşirevan'ın uzun yıllar süren hükümdarlığı ile Azerbaycan coğrafyasında yaklaşık 5 yüzyıl süreyle hakim oldular. Sasanilerin hakimiyet döneminde özellikle 4 ve 5. yüzyıllarda Kafkasyanın kuzeyinden Hun Türklerinin akın akın bölgeye gelip yerleştikleri bilinmektedir. Ak hunlar 446 yılından itibaren , takip eden yıllarda ise Hazarlar, Bulgarlar, Ağaçeriler, Sabirler v.s. Türk boyları akın akın gelip Azerbaycana yerleştiler. Söz konuşu Türk boyları bölgenin hakimiyetinin Sasanilerde olmasına rağmen kendi bölgesel hükümranlıklarım da kur-. muşlar ancak Azerbaycan genelinde tam bir hakimiyet sağlayamamışlardır. Sasanilerin, Azerbay-candaki hakimiyeti 5. yüzyıl sonlarından itibaren Bizanslılar ile yapılan savaşlarda sarsılmışsada yer yer 7.yüzyıl ortalarına kadar devam etmiş, bu süreçte Azerbaycan'da en uzun süreli hakimiyeti Hazar Devleti sağlamıştır.



ARAPLAR


Azerbaycan tarihinde 7.yüzyıl ortalarından itibaren yeni bir unsur rol oynamaya başladı. Araplar. Azerbaycan 642 yılında Arapların işgaline uğramış ve Halife Osman döneminde Araplar Azerbaycan'da tamamen hakim olmuşlardır. Arapların Azerbaycan'da hakimiyeti sağlama süreçleri de kanlı olmuştur. Hazarlar ile Araplar arasında yaşanan çatışmaların yanısıra özellikle Bezz bölgesinde Ba-bek önderliğindeki Hürremiler Araplara karşı uzun yıllar mücadele etmiştirler. Araplar gerek Emeviler gerek Abbasîler döneminde Azerbaycanı tamamen ele geçirmiş ve bölge valileri ile yönetmişlerdir. (Azerbaycan genel valisi Arşındır) Azerbaycanın, Arapların hakimiyet yıllarında merkezi Merağa şehridir. Arap hakimiyeti ile birlikte Azerbaycanda artık Islamiyetin kabul edilmeğe başladığı görülmektedir. Arapların. Azerbaycan'daki hakimiyeti Abbasîler hilafetinin zayıflama süreciyle birlikte sarsılır ve bölgesel hükümranlıklar kurulur. Onların en önemlileri 9. yüzyıl sonları ile 10.yüzyıl başlarında kuru-lup varlıklarım devam ettiren Saciler, Şeddadîler, Salariler, Revvadiler v.s. devletlerdir.


TÜRK HAKİMİYETİ


Azerbaycan'da M.Ö. dönemlerden başlayıp devam edegelen uzun tarihi süreçte Iskitler-Sakalar ile başlayıp Uziler, Sanuygurlar, Ak Hunlar, Bulgarlar, Hazarlar, Sabirlerv.s. Türk boylarının yerleşimi 8 ve 9.yüzyıllarda Oğuz boylarının kalabalık gruplar halinde bölgeye gelmeleri ile devam etmiş ve 9.yüzyıl sonlannda Azerbaycan tamamen Türklerle meskun hale gelmiştir. Azerbaycan'da Türklerin tam hakimiyeti ise Selçuklular ile başlar. Coğrafyada kısa süreli Türk hakimiyetlerinin dışında Selçuk Beyin torunu Çağrı Beyin 1014'de Horasan') geçerek Azerbaycan'a girmesi ile Azerbaycan tarihinde tamamen Türk hakimiyeti sağlanmıştır. Çağrı Beyin komutasındaki Oğuz boyları Arasın güneyinde tamamen hakimiyeti kurduktan sonra nehri geçerek Nahçıvan kısa süre sonra da Arasın kuzeyindeki bütün Azerbaycan arazisinde hakimiyeti sağladılar. (Selçuklu hükümdarı Sultan Alparslan komutasındaki Oğuz boylarının 1071'de Bizans ordularım mağlüb etmesiyle Anadolu'da da Türk Hakimiyeti sağlanmıştır.) Tuğrul Bey ve amcasının oğlu Kutalmış Beyin komutasındaki Selçuklu orduları Bizans ordularına karşı yapılan savaşlar sonucu 1047'de Gence ve etrafım da top-raklarına katımış 1064'de ise Sultan Alparslan komutasındaki Türk orduları Azerbaycan genelinde tam hakimiyeti sağlamışlardır. Selçuklular, Melikşah döneminde Azerbaycan'a Kutbüddin ismail Yakuti'yi genel vali atamışlar. 1146'da ise Azerbaycan valiliğine Şemsettin ildeniz atanmıştır. 1146 yılından ititbaren Azerbaycan tarihinde Selçuklu Devleti'nin bünyesinde Atabekler dönemi başlar. Azerbaycan Atabeklerinin hakimiyet dönemi 1146-1125 yıllarım kapsar. Azerbaycan Atabekleri sırasıyla Şemsettin ildeniz, Muhammet Cihan Pehlivan, Kızıl Aslan, Nüretüddin ve Muzafferiddin Özbek'dir. Azerbaycan Atabekleri döneminde özellikle de Selçuklu Devleti'nin iktidarının zayıfladığı 1220 li yıllarda Azerbaycan topraklarında bölgesel olarak Harzemşahlar Devleti kurulmuştur. Harezmşahlar'ın hakimiyeti uzun süreli olmamış aynı zaman diliminde Şamahı bölgesinde Şirvanşahlar Devleti kurulmuştur. Azerbaycan'da, Selçuklular'ın hakimiyet döneminde kurulmuş olan Şirvanşahlar 1155'de merkezi Şamahı şehri olmak üzere Muzaffer Menuçehr Şirvanşah'ın önderliğinde hakimiyet sağlamıştır. Muzaffer Menuçehr'den sonra l.Ferah Zad, Kethtasb, Feramuz, II.Ferah Zad, Keykubad, Kavus, Huşeng, 1.İbrahim, l.Halil, Ferruh Yaser, Bayrambeg, Gazi Beg, Mahmud, II.İbrahim, II.Halil, Şahruh, Burhan Ali ve Mirze Şah Şirvanşahların hükümdarları olmuştur. Azerbaycan'da Şirvanşahlar'ın hakimiyeti yaklaşık 4 yüzyıl boyunca devam etmiş ve 1551 yılında son bulmuştur. Azerbaycan'da Şirvanşahlar'ın hakimiyeti devam ederken bölgede kısa ve uzun sürelerle Türk boylarının farklı isimleri altında hükümranlıkları ve aralıklarla Moğol istilaları yaşanmıştır. 13yüzyılda 1235 - 1240 yılları arasında Azerbaycan, Moğollar'ın ilk işgalini yaşamış ve bu işgal sonucu Azerbaycan'ın pek çok bölgesi ağır tahribat görmüş, yakılıp yıkılmıştır. Bu işgalden en ağır şekilde zarar gören şehirleri Gence ile Derbent'tir. Moğol istilasının ve Şirvanşahlar hakimiyetinin devam ettiği 13 - 14. yüzyıllarda (1259 - 1335 yılları arasında) Aras'ın güneyindeki topraklarda Cengiz Han'ın torunu Hülagü'nün önderliğinde İlhanlılar Devleti kurulmuştur, İlhanlıların merkezi Merağa iken Azerbaycan arazisinin genelinde hakimiyetin sağlanması ile Tebriz ve Aras ile Kür Nehirlerinin arasındaki bölgede önemli imar işleri gerçekleştirilmiştir. İlhanlılar, Olcaytu Han'ın hükümdarlığının ardından dağılma sürecine girmiş ve bu bölgede kısa bir süre Altınordu hanları daha sonra ise Celayirliler hakimiyeti yaşanmıştır. Azerbaycan coğrafyasında Aras'ın kuzeyinde Şirvanşahlar güneyinde ise Celayirliler ile bazı küçük hanedanlıkların hakim olduğu 14.yüzyıl sonlarında (1383 - 1384) Timurlenk'in hakimiyeti başlar. Timurlenk sonraki yıllarda Azerbaycan'ı bir hareket merkezi olarak kullanmış Yakın Doğu ve Anadolu'ya düzenlediği akınları buradan yönetmiştir. Timurlenk'in ordularının Karabağ'da kışladıkları da bilinmektedir. Timurlenk, Azerbaycan'ın yönetimini bir süre sonra oğlu Miranşah'a devretmiştir. Timurlenk'in 1405'de ölümü üzerine bölgede Celayirliler döneminde de önemli nüfuza sahip olan Yusuf Bey güçlenmiş ve 1406'da Miranşahı mağlûb ederek Karakoyunlu Devleti'ni kurmuştur. Yusuf Bey'in hükümdarlığı 1435 yılına kadar devam etmiş aynı yıl onun ölümü üzerine Karakoyunlular'ın hükümdarı oğlu Cihanşah olmuştur. Cihanşah ile bölgenin güçlü beylerinden Uzun Hasan arasında 1467'de yaşanan savaşta Cihanşah'ın ölümü üzerine Karakoyunlular'ın hakimiyeti son bularak Azerbaycan'da, Akkoyunluların hakimiyet dönemi başlamıştır. Bölgede gerek Karakoyunlular gerek Akkoyunlular döneminde hanedan savaşlarının yanısıra komşu ülkelerle yapılan savaşlar söz konuşu devletlerin güçlenmesini engelleyen en önemli unsurlar olmuştur. Osmanlı Devleti ile yapılan savaşlar ise hanedanların güçlerinin tamamen zayıflaması sonucunu getirmiştir. Akkoyunluların hakimiyeti Uzun Hasan ve Yakup Beyin ölümlerinden sonra onların oğulları Yusuf Bey ile Murat Bey dönemlerinde de devam etmiş, Yusuf Beyin oğulları Elvende ile Memed'in ve Yakup Beyin oğlu Murat'ın rakip hanedanlar tarafından çeşitli bölgelerin hükümdarları olarak tanınmaları sonucu dağılma sürecine girmiştir. Akkoyunlu hakimiyetine bölgede dönemin ikinci büyük Türk Devleti'ni kuran Şah İsmail tarafından 1502'de son verilmiştir.



SAFEVİ DEVLETİ



Azerbaycan tarihinde 1502 yılından itibaren yeni bir dönem, Safeviler hakimiyeti başlar. Safeviler, ilhanlılar döneminde Erdebil'de yaşayan Şeyh Safiyüddün'ün müritlerinin çalışmaları sonucu güçlenmiş Şeyh Haydar'ın, Uzun Hasan'ın kızıyla evlenmesi sonucu da Tebriz'de saraya girmişler ve planlı yürütülen faaliyetleriyle Akkoyunlular'ın egemenliğinin zayıf olduğu Karadağ ve Muğan bölgelerini ele geçirmiştiler. Safeviler, Akkoyunluların yanısıra Şirvanşahlar'ın da hakimiyetine son vererek, Azerbaycan genelinde hakimiyetlerini sağlamaya çalışıyordular. Bu amaçla Akkoyunlular ve Şirvahşahlara karşı yürütülen çok yönlü faaliyet ve mücadelenin sonucunda Safiyüddün'ün torunu Şah İsmail'i 16.yüzyıl başlarında Azerbaycan genelinde "hakimiyetim sağlayan Safevi Devleti'ni kurmuştur. Safevi Devleti'nin kuruluşundan kısa bir süre sonra Azerbaycan yüzyılı aşkın süre ile devam edecek olan ve iki Türk Devleti'nin, Osmanlı ile Safevi Devletlerinin mücadele meydanına dönüşmüştür. Anadolu'da siyasi birliği sağlayan Osmanlı Devleti orduları kurulduğundan beri bu birliği tehdit eden unsur olarak değerlendirilen Safevilere karşı açılan savaşlar sırasında bir çok defa Azerbaycan'a girmiştir. Şah ismail ile Yavuz Sultan Selim komutasındaki Türk ordularının 1514'de Çaldıran'da karşılaşmaları Şah İsmail'in mağlubiyeti ile sonuçlanmış. Yavuz Sultan Selim, Tebriz'i ele geçirmiştir. Tebriz daha sonra tekrar Safevilerin eline geçmişse de Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlığı döneminde 1534 yılında ibrahim Paşa komutasındaki ordu tarafından tekrar ele geçirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman aynı yıl bölgede daha geniş arazileri ele geçirmiş ve Şirvanşah-lar'a yardım etmek istemiş, kış mevsiminin ağır şartlarından dolayı geri dönmüştür. Bu durumdan faydalanan Safeviler, Şirvanşahlar hakimiyetine tamamen son vererek Aras'ın kuzey bölgelerinde de kendi egemenliklerini sağladılar. Safevi hükümdarı Şah Tahmasb'ın 1551'de Doğu Anadolu'ya seferler düzenlemesi karşısında Kara Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu bölgeye gönderilmiş sonuçta Nahçıvan, irevan ve Karabağ'ın yanısıra Tiflis'de Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman 1555'de Amasya'da, Safevi elçisini kabul etmiş yapılan anlaşma ile Osmanlı Devleti, Safevi Devleti'nin Azerbaycan'daki hakimiyetini resmen tanımıştır. Sultan III.Mu-rad döneminde 1578'de Azerbaycan topraklarının bir bölümü yine de Osmanlı Devleti topraklarına katılmış, kısa aralıklarla bölgede hakimiyet el değiştirmiş 1585'de ise Özdemiroğlu Osman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Şah Abbas'ın ordularım mağlüb ederek bölgede Osmanlı Devleti'nin hakimiyetim sağlamıştır. Bir süre sonra Şah Abbas Anadolu'daki Celali isyanlarından faydala-narak anlaşmayı bozmuş ve 1605'de Nahçıvan, irevan, Karabağ, Gence, Şirvan ve Erdebil'de tekrar hakimiyetini sağlamıştır. Sultan I.Ahmed döneminde Murat Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu 1610'da Şah Abbas'ı vergi ödemeye mecbur ederek bölgeyi kontrol altına almıştır. Osmanlı orduları 1617'de de Sultan II.Osman döneminde bölgeye seferler düzenlenmiştir. Sultan IV.Murad'ın 1635'de düzenlediği sefer sonucuda irevan aynı yıl Tebriz tekrar Osmanlı Devleti topraklarına katılmış bir süre sonra ise Osmanlı orduları bölgeden çekilerek 1639'da Kasr-ı Şirin anlaşması imzalanmıştır. (Kasr-ı Şirin anlaşması Türkiye ile iran'ın mevcut sınırlarım belirleyen anlaşmadır) Kasr-ı Şirin anlaşmasından uzun bir süre sonra 1714'de Sultan III.Ahmet döneminde de Nahçıvan, irevan, Karabağ, Şamahı ve Tiflis Osmanlı Devleti topraklarına katılmış ve Osmanlı Devleti valilerinin söz konuşu bölgelerdeki yönetimi 1724'e kadar devam etmiştir. Bu dönemde Aras'ın kuzey bölgelerine kısa aralıklarla Hazar Denizi ve Kafkasyanın kuzeyinden Çarlık Rusyasının saldırıları başlamıştır. Safeviler'in hakimiyeti Azerbaycan'da yaklaşık ikiyüzyıl boyunca devam eder Osmanlı Devleti'nin yer yer hakimiyeti ve bölgesel hükümranlıklarla varlığım koruyan Safevi Devleti 18.yüzyıl başlarında Nadir Şah'ın, Horasan'da hakimiyeti sağlaması sonucu gücünü kaybetmeye başlar


AFŞARLAR


Azerbaycan'da, Safevi Devleti'nin güç kaybetmesiyle birlikte 18.yüzyıl başlarından itibaren Kafkasya'nın kuzeyinden ve Hazar Denizi'nden Rus saldırıları sıklaşır. Ruslar, Bakü irevan, Nahçıvan, Tiflis, Gence ve Tebriz'de kısa aralıklarla Osmanlı Devletinin başta olmak üzere bütün Hazar sahili bölgesini işgal ederler. Aynı dönemde Azerbaycan'ın batısında hakimiyeti yaşanır, Safevilerin dağılma sürecinde Azerbaycan gerek Osmanlı gerek Safevi hükümdarlarının atadığı valiler eliyle adeta şehir devletleri gibi yöneltilmeye başlanır. Bu süreçte Azerbaycan'ın en önemli şehirleri Rus işgalini yaşamasıyla birlikte Baku, Tebriz, Gence, irevan, Nahçıvan, Merağa, Erdebil v.d.dir. Azerbaycan coğrafyasında 18.yüzyılın ilk yarısında yaşanan Rus işgallerinin yanısıra aynı dönemin en önemli olayı şüphesiz Afşar Hanedanlığının, Safevi Devleti'nin egemenliğine son vermesidir. Afşar Hükümdarı Nadir Şah, Horasan bölgesinde hakimiyeti ele geçirdikten sonra 1736'da Safevi şahı III.Abbas'ın ani ölümünden de istifade ederek Muğan'da toplanan Kurultayda kendisin! bütün bölgenin Şahı ilan etmiştir. Nadir Şah'ın, Horasan'da iktidarı ele geçirmesinin ardından Ruslar ile 1735'de Gence'de imzalanan anlaşma şartlarına göre Ruslar, Hazar Sahilinde işgal ettikleri bölgelerden çekilirler. Kısa süre içerisinde Osmanlı Devleti'de Tiflis, irevan, Nahçıvan ve Tebriz'den çeki-lince Nadir Şah, Azerbaycan genelinde hakimiyet sağlar. Nadir Şah, Azerbaycan genelinde hakimiyetin! sağladıktan sonra bölgeden vergiler toplamaya başlar. Özellikle de Şek! ve Gence bölgelerin-de dönemin en gelişmiş ipek ve dokuma ürünlerine el koyar, halkı ağır baskı altında tutar. Bu siyaset sonucudur ki, 1743-44 yıllarında Şirvan, Seki, Tebriz, Hoy ve Selmas'da halk isyanları başlar. Nadir Şah aylarca devam eden isyanları bastırmak için bölge şehirlerinde çok kan akıtır. Baskılar isyancıların direnişini daha da güçlendirir. Yaklaşık beş yıl boyunca devam eden isyanlar bölgenin gelişmesin! önler. Nadir Şah'ın bütün bölgede başlattığı önlemler isyanları bastıramamış, Çarlık yönetimi de Afşar Hanedanlığının uygulamalarına gösterilen tepkilerden istifade ederek Derbent şeh-rini işgal etmiştir. Bölgedeki karışıklıklar Nadir Şah'ın 1747'de saraya düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmesi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Nadir Şah'ın ölümü ile Afşar hanedanlığı varlığım bir süre daha devam ettirmiş ancak Azerbaycan genelinde birlik dağılmış ve 18.yüzyılın başlarından itibaren şehir devletleri gibi varlıklarım sürdüren hanlıklar bağımsızlıklarım ilan etmiştir.

AZERBAYCAN HANLIKLARI




Nadir Şahın ölümü ile Azerbaycan tarihinde yaklaşık yüzyıllık bir dönemi kapsayan Hanlıklar devri yaşanır. Nadir Şah'ın öldürülmesinden bir süre önce Afşar hanedanlığına karşı 1743'de ilk isyan bayrağım kaldıran Seki Hanı Hacı Çelebi, Şeki'de bağımsızlığım ilan etmiştir ki, bu olay Azerbaycan'da ilk hanlığın kuruluşu olarak kabul edilmektedir. Azerbaycan'da 16.yüzyılda Safevi Devleti'nin merkezi idare sisteminden kaçınması adeta o yıllardan itibaren Hanlıkların kurulmasına vesile olmuştur. Takip eden yıllarda da bu anlayışın değişmemesi sonucudur ki, her bir şehir etrafında bağımsız veya yarı bağımsız feodal devletler olarak değerlendirilebilecek hanlıklar 18.yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlıklarım ilan ettiler. Batı Azerbaycan'da irevan Hanlığı, Aras ile Kür Nehirleri ara-sında Karabağ Hanlığı, Zengezur Sıradağlarından Aras vadisine kadar uzunan bölgede Nahçıvan Hanlığı, Murov Dağlarından Kür cayma kadar uzanan bölgede Gence Hanlığı, Şirvan Düzlüğünde Şamahı Hanlığı, Kuzeyde Seki ve Derbent Hanlıkları, kuzeydoğuda Guba Hanlığı, Kür ile Aras Ne-hirlerinin birleştiği bölgede Lenkeran Hanlığı ayrıca Kazak ve Zakatala - llisu Sultanlıkları Aras Neh-rinin kuzey bölgesinde kurulan hanlıklar olarak Azerbaycan tarihinde yer aldılar. Aras Nehri'nin gü-neyinde ise Urmiye Gölü çevresinde Urmiye Hanlığı, güneyinde Merağa Hanlığı, kuzeyinde Hoy ve Maku Hanlıkları, doğusunda Tebriz hanlığı kuzeydoğuda ise Erdebil ve Karadağ Hanlıklarımn yanısıra Selmas ve Serab Sultanlıkları kuruldu. Azerbaycan Hanlıkları dönemin şartları dikkate alındığında bağımsız birer devlet özelliği taşı-yordular. Azerbaycan Hanlıklarında egemenlik mutlak surette Hana aittti. Sosyal düzen Han tarafın-dan atanan naipler, Güvenlik ve Posta işleri Jandarma ve Çapar denilen süvarilerce yerine getirilir-di. Sosyal düzen şeriat ve töreler üzerine kurulmuştu. Mahkemelerin başkanı Kadılar idi ve kadıları Hanlar tayin eder, hükümleri de hanlar verirdi. İdam cezası hanın yetkisindeydi. Cinayet olaylarına ise kadılar, naipler ve hanlar tarafından sırasıyla bakılırdı. Yönetim işleri hanın başkanlığında Divan da görüşülürdü. Hanlıkların arazisinde yaşayan ahali genellikle hayvancılıkla, tarımla ve hanlıkların bölge özelliğine göre Örneğin sahilde ise balıkçılık ayrıca halıcık, ipekçilik bakır ve demir işçiliği ile geçimim' sağlıyordu. Arazinin mülkiyet hakkı Han'a aitti. iskan edilen topraklarda yaşayanlar o toprakların işletmecisi gibiydiler. Hanlar toprakların gelirlerini naipler aracılığı ile toplardı. Naipler de toprak kullanımı hakkı babadan oğula geçmez, köylü köle değil ve mahsulün sahibiydi. Azerbaycan Hanlıklarında o dönem şartlarında ekonomi sahasında adeta bir sanayi kurulmuştu. Seki ve Gence Hanlıkları arazilerinde 400'ü aşkın ipek ve pamuklu dokuma fabrikaları, yaklaşık bütün hanlıkların arazilerinde halı tezgahları yaygınlaşmış, Taşkesen bölgesinde zengin demir madenleri işletiliyordu. Baku Hanlığı arazisinde, Abşeron yarımadasında ise o dönem için pek yaygın kullanılmayan ancak aydınlatma ve bir takım deri hastalıklarının tedavisinde kullanılan petrolün varlığı artık biliniyordu. (Abşeron Çarlık Rusyasının işgaline uğradığı 1806 yılında bölgede 50 nin üzerinde petrol kuyusu açılmıştı.) Azerbaycan Hanlıklarının sahip olduğu bu zenginlikler komşu ülkelerin özellikle de Batıda Gürcistan Krallığı ile Kuzeyde Dağıstan'a kadar uzanan bölgeyi işgal eden Çarlık Rusyasının iştahım kabartıyordu. Azerbaycan Hanlıklarının birleşemeyip bir ittifak kuramamaları ayrıca aralarındaki ihtilaflar onların geleceği açısından en büyük handikaptı. Seki Hanı Hacı Çelebi Gence, Şamahı ve Karabağ Hanlıkları ile Guba Hanı ise Derbent ve Baku Hanlıkları ile birleşmek istemişseler de Gürcü Kralı II.Iraklı'nın da entrikaları sonucu bu çabalardan bir netice elde edilememiştir. Azerbaycan Hanlıkları komşularından yönelen tehditler karşısında Osmanlı Devleti'ne müracaat ederek çeşitli kereler destek istemişlerdir. 1747'de Seki Hanı Çelebi, 1751'de Gence Hanı Şahverdi, 1760'da Şirvan Hanı Mehmet gönderdikleri elçilerle Osmanlı Devleti'nin hizmetinde olduklarım bildirmişlerdir. Söz konuşu müracaatlar Osmanlı Devleti yöneticilerini Kafkasya'da fiili kontrolü sağlamaya yöneltmişse de gerek devletin içinde bulunduğu durum gerekse Kınm'daki vaziyet buna engel olmuştur. Osmanlı Devleti'nin hareketsizliğim' gören Gürcü Kralı Iraklı, Rusya'nın da desteğini alarak Azerbaycan Hanlıklarına karşı düşmanca siyasetini açıkça sürdürmeye başlamıştır. Gürcü Kralı, Gence ve İrevan Hanlıklarının arazilerine defalarca saldırılar düzenlenmiştir. Osmanlı Devleti 1775'de Çıldır Eyalet Valiliği aracılığı ile hanlıklara haber göndererek desteğim' bildirmiş, bunun üzerine Gürcü kralı, Rus Çarına müracaat ederek Rusya'nın hakimiyetine girmiştir. Gürcü Kralı Çarlığın talimatlarıyla Azerbaycan Hanlıkları arasında kurulmaya çalışılan birliği bozmak için entrikalar çevirmişse de pek başarılı olmamış, bunun üzerine Çarlık yönetimi hanlıklara çeşitli hediyeler ve elçiler göndererek onların Rusya'nın himayesine girmelerim' istemiştir. Çarlık yönetimi bu siyasetin başarılı olmaması üzerine tehditlere başlamıştır. Hanlıklar bu tehditler karşısında tekrar Osmanlı Devletine müracaat etmişler, Osmanlı Devleti de 1782-84 yıllarında hanlıklara bir takım destek ve yardımlar sağlamışsa da Sultan III.Selim döneminde orduda hayata geçirilmeye çalışılan reformlar gerçekleşememiş, dolayısıyla Azerbaycan Hanlıklarının istediği mali ve askeri yardım temin edilememiştir. Bu durum da Azerbaycan Hanlıklarında istikbal adına bir takım endişeler yaratmıştır.

GACARLAR


Hanlıklar arasında zaten güçlü olmayan birlik ve beraberlik de bozulmaya başlamıştır. Aynı dönemde Aras'ın güneyindeki Tebriz, Erdebil, Urmiye, Merağa, Hoy, Maku ve diğer hanlıklar üzerinde birleştirici unsur gibi görünüp hakimiyet sağlamaya çalışan Gacar Hanedanı Ağa Muhammet Han Arasın kuzeyindeki durumdan istifade ederek emelin! gerçekleştirmek istiyordu. Gacar Şahı önce bölgede saldırılar düzenleyen Gürcü Kralım itaate davet etmiş, istediği cevabı alamayınca da Tiflis'i ele geçirmiştir. Gürcü Kralı Iraklı Ruslardan yardım istemişse de Çar yaklaşan Napolyon tehlikesinden dolayı Gacar Hanedanlığı ile savaşı göze alamamıştır. Ancak 1790 lı yıllarda Ruslar bazı küçük güçlerini Gürcüstana sokarak ülkeyi Rusya'ya ilhak ettiklerin! ilan ettiler. Rus orduları Gürcüstana girerek Kafkaslara yerleşmiş Osmanlı Devleti ve Gacar Hanedanlığının iç problemleriyle uğraşmalarım da fırsat bilen Çarlık yönetimi General Tsitsianov'un komutasındaki yeni güçler ile Kafkaslar da işgal hareketleri başlattı. Rusların süratle ilerleyen cüretkar işgali Azerbaycan Hanlıklarının yanısıra onların güvencesi durumunda olan iki Türk yönetimimi, Osmanlı Devleti ve Gacar Hanedanlığını gafil avlamıştı. Rusların ilk saldırıları 1801 yılında Kazak Sultanlığına, kısa bir süre sonrada Gence Hanlığı üzerine gerçekleşti. Gence kuzeyden Azerbaycan'a uzanan ticaret ve askeri yolların kilit noktası idi. Ruslar 1804'de Gence Hanlığına saldırdığı zaman Cevat Han halkım ve toprağım kahramanca savunmuştur. Rus kuvvetlerinin sayıca ve silah gücünün fazlalığı ve dışardan hiçbir yardım alamaması sonucu şehir işgal edilmiş, Ruslar kendilerim' kahramanca savunan Gence ahalisin! katletmiş, Gence'nin adı da Rus Çariçesinin şerefine Yelizavetpol olarak değiştirilmiştir. (Söz konuşu yıllarda Çarlık yönetimi hayata geçirdiği usta siyasetle Osmanlı Devleti topraklarından, Suriye, Irak, Lübnan ve iran'dan getirttiği ermenileri frevan ve Karabağ başta olmak üzere Azerbaycan topraklarında yerleştirmeye başlamıştır ki, bu siyasetin vahim sonuçları yaklaşık 200 yıldır yaşanıyor) Gence'yi katliamlar yaparak işgal eden Ruslar, Osmanlı Devleti ve Gacarlardan onları tedirgin edecek tepkiler görmeyince işgallerim' devam ettirdiler. Daha önce Derbent, Şamahı,Şirvan ve Baku Hanlıklarıyla ittifak oluşturan Guba Hanı Fethali Han bu birliği koruyamamış, ortaya çıkan karışıklıktan istifade eden Ruslar 1806 yılında Derbent ve Guba Hanlıklarım da işgal ve ilhak etmişlerdir. Gence'den sonra Rus işgaline şiddetli mukavemet gösteren bir diğer hanlık da Baku Hanlığı idi. Ruslar General Zavalişin komutasında Bakü'ye ilk hücumu düzenlemiş, beklemedikleri mukavemet karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Üç ay sonra Başkomutan Tsitsianov'un komutasında Baku'yu denizden ve karadan kuşatan Rus güçleri Generalin bir Türk fedai tarafından öldürülmesi sonucu tekrar geri çekilmişlerdir. Ancak 1807 yılı başlarında yeniden hücuma geçen Rusların katliamından çekinen ahali Eylül 1807 tarihinde teslim olmuştur. Bundan istifade eden Ruslar şehri işgal ve ilhak etmişlerdir. Baku Hanlığının işgalinden sonra Ruslar güneydeki Lenkeran Hanlığı üzerine saldırdılar. General Katliarevsky komutasındaki Rus güçleri halkın mukavemetine rağmen şehri kuşattı, Lenkeran ahalisi kahramanca savunma yapmasının yanısıra generalin öldürülmesi de başarılmış ancak yeniden saldırıya geçen Ruslar Aralık 1812 tarihinde Lenkeran Hanlığım da işgal ve ilhak ettiler. Rusların, Lenkeran Hanlığının işgalinin ardından bölgede Ruslar ile Gacar Hanedanlığı arasında görüşmeler başladı. Çarlık Rusyası sıcak denizlere inme emellerinin yanısıra sahip olduğu zenginlikleri sömürmek amacıyla tamamen işgal etme planları yaptığı Azerbaycan coğrafyasında bu amacına adım adım yaklaşıyordu. Hanlıklar arasında güçlü ve kalıcı bir işbirliğinin kurulamaması, üstelik hanlıklar arasında zaman zaman yaşanan çatışmalar veya birbirlerine karşı üstünlük sağlamaya yönelik girişimler Rusların işini kolaylaştırmış Aras'ın kuzeyinde önemli ölçüde işgal gerçekleştiren Rusya karşısında Azerbaycan genelinde hakimiyet iddiasında olan Gacar Hanedanlığı çaresiz kalmış ve iki güç arasında 12 Ekim 1813 tarihinde Cülustan Anlaşması imzalanmıştır.

AZERBAYCAN BÖLÜNÜYOR


Rusların, Arasın kuzeyindeki Azerbaycan arazisinde 1801 yılında Kazak Sultanlığım işgali ile başlayan istila ve bölgedeki savaşlar Gülüstan Anlaşması ile sona ererken söz konuşu anlaşma Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün bölünüp parçalanmasının adeta habercisi oluyordu.


ÜLÜSTAN ANLAŞMASININ ŞARTLARI


1. Gacar Hanedanlığı, Rusya'nın Kafkaslarda işgal ettiği toprakları Çarlığın bir parçası olarak tanıyacak. 2. Bu topraklar Kafkasların Dağıstan bölgesinden Arpaçay-Aras Nehri'ne kadar uzanan Azerbaycan'ın kuzeyi, Gürcüstan bölgelerini de içine alan geniş bir coğrafyayı kapsar. 3. Yukarıda belirtilen bölgelerde yalnız Şah değil, ondan sonra gelecek Şehzadeler de Rusya'nın hakimiyetini tanıyacak. 4. Hazar Denizi'nde ticaret yapan Rus tüccarları Gacariarın, Gacar Tüccarları da Rusların hakimiyetindeki limanları serbest kullanabilecekler. 5. Alınan savaş esirleri karşılıklı olarak serbest bırakılacaklar. 6. Her iki ülke birbirlerinin başkentlerine yeni elçiler göndermek suretiyle dostluklarım bildirecekler. 7. Her iki ülke tüccarları birbirlerinin topraklarında ticari faaliyette bulunacak ve bu tüccarların güvenliği sağlanacak. Ruslar, Gülustan Anlaşmasının sağladığı rahatlıkla 1803'den beri çeşitli entrikalarla yanlarına çekmeye çalıştıkları ancak bir türlü başaramadıkları Seki Hanlığına yöneldiler. 1818'de Kafkasya Genel Valiliğine atanan Ermeni General Yermelov'un komutasındaki Rus birlikleri Şeki'ye saldırı başlatmış, halkın şiddetli mukavemetine rağmen Hanlık arazisi işgal edilmiştir. Rus birliklerinin Seki Hanlığından sonra işgal ettiği hanlık ise Şamahı-Şirvan Hanlığı'dır. 1820 yılma kadar Rus baskı ve entrikalarına karşı koyan Mustafa Han hiçbir yardım sağlanamayınca Rus ordularına mukavemet göstermeden Gacarlara sığınmak zorunda kalmış, kısa bir süre sonra da Ruslar Şamahı-Şirvan Hanlığını işgal etmişlerdir. Rusların sırada işgal etmeye çalıştıkları hanlık Azerbaycan'da Rus işgalleri başladığında Osmanlı Devleti'nden ilk yardım tatebinde bulunan Karabağ Hanlığı idi. İbrahim Han gözlediği yardımı alamayınca Gacar Hanedanı Ağa Muhammed Şah ile irtibat kurmuş, onunla birlikte Ruslara karşı savaşmış ancak Muhammet Şah'ın savaştan çekilmesi üzerine Rus nüfuzunu kabul ederek vergi ödemek zorunda kalmıştı. İbrahim Han bir aralık Gacar Şahı Fethali Han'dan yardım istemiş bundan haberdar olan Ruslar Hanın evini basarak bütün ailesin! katletmişlerdir. Evde bulunmayan oğlu Mehdi Gulu'yu Han ilan eden Ruslar onun öldürüleceği endişesiyle Gacarlara sığınması üzerine Karabağ Hanlığını da işgal ettiler. Rus orduları, Karabağ Hanlığından sonra 1825'de Nahçıvan Hanlığına saldırmış, şehir ahalisinin şiddetli direnişine rağmen silah ve sayıca üstün olan Ruslar aynı yıl Nahçıvan'a kısa bir süre sonra da İrevan Hanlığına şiddetli saldırılar düzenlemiştir. Hüseyinali Hanın komutasındaki İrevan ahalisinin direnişi de başarılı olamayınca her iki hanlık arazisi Rus işgaline maruz kalmıştır. Rus birliklerinin Aras'ın kuzeyindeki Azerbaycan arazi-sinde işgal ettikleri son hanlık ise Zakatala veya llisu Sultanlığı'dır. Bu 20 yılı aşkın işgal süresince Azerbaycan'da meydana gelen bir diğer önemli olayda Gacariarın Ruslara savaş açması idi ki, bu savaş ilanı ile birlikte Azerbaycan'ın felaketi hazırlanıyordu. Azerbaycan'ın Aras Nehri'nin kuzeyindeki topraklarının birbirinin ardı sıra Rus işgaline düşmesin! kabullenemeyen Gacar Hanedanlığı diğer hanlıkların da tahrikleri ve yardımları ile Rus ordularının İrevan ve Nahçıvan Hanlıklarının arazilerine saldırmaları üzerine savaş ilan etti. Abbas Mirze'nin komutasındaki Gacar ordusunun Aras'ın kuzey istikametine geçmesi sonucu savaş daha da şiddetlenmiş, İrevan kalesinde Rus ordularına karşı şiddetli direniş gösterilmişse de sonuç diğer hanlıkların maruz kaldığı akibetle aynı olmuştur. Ruslar, İrevan'ın işgalinden sonra Aras nehrini güney istikametinde geçerek Karadağ, Maku ve Hoy Hanlıklarım da işgal ederek Tebriz'e kadar geldiler. Bunun üzerine de Gacar Hanedanlığı ile Ruslar arasında Azerbaycan'ın bölünmesi gibi bir felaketi yaratan Türkmençay Anlaşması imzalandı. Azerbaycan coğrafyasının üzerinde yaşayan halkı ile birlikte resmen bölünmesi anlamı taşıyan 21 Şubat 1828 tarihli Türkmençay Anlaşması, Gülüstan Anlaşmasının yanısıra şu şartları içeriyordu.


TÜRKMENÇAY ANLAŞMASININ ŞARTLARI


1. Rusya, Gülüstan Anlaşması ile elde ettiği toprakların yanı sıra Nahçıvan ve İrevan Hanlıklarınin arazilerini de kendi kontrolüne alacak. 2. Her iki tarafın tüccarları vergi vermeden ilgili ülkelerde serbest ticaret yapabilecekler. 3. Hazar'da her türlü kontrol Rusların elinde olacak. 4. Savaş esirleri karşılıklı olarak serbest bırakılacaklar. 5. Taraflar mevcut sınırları tanıyacak ve birbirlerine karşı düşmanca tavır içine girmeyecekler. Türkmençay Anlaşması, Azerbaycan tarihinde Azerbaycan Türklerinin en büyük felaketi olarak yer aldı. Türkmençay

Anlaşması ile Azerbaycan Aras nehri sınır tespit edilip Kuzey ve Güney Azerbaycan olarak iki ayrı bölgeye bölündü.

GÜNEY AZERBAYCAN


Aras'ın güneyinde yer alan Hanlıklar, Afşar Hanedanlığının yıkıfmasını takiben bir süre bağımsız hanlıklar olarak varlıklarım devam ettirmişlerdir. Kuzey de Rus işgallerinin başladığı 19.yüzyıl başlarında bağımsızlıklarım koruyan Güney Hanlıkları Hoy Hanı Ahmed'in sağlamaya çalıştığı birlik etrafında birleşmişler, hatta Hoy Haninin, Guba Hanı Fethali Han ile birlik sağlama yönünde çabaları olmuştur. Ancak Güney Hanlıkları da bilinen sebepler ve çeşitli entrikalardan dolayı çok arzu edilen birliği kuramamış ve bölgede yaptığı savaşlar sonucu büyük güç kazanan Gacar hükümdarı Ağa Muhammet şah'ın 1785 yılında bölge hakimiyetin! büyük çoğunlukla sağlaması ve Tahran'ı merkez seçmesiyle onun şahlığım tanıdılar. Güney Azerbaycan'da 1785 yılından itibaren 20.yüzyıl baş-larına kadar Gacar hakimiyeti yaşanır. Ağa Muhammet Şah'ın hakimiyetim' gerek Tebriz Ham Hudadad ve Hoy Hanı Caferoğlu Han, Urmiye Hanı Mahmudgulu Han gerekse Maku Hanı Settar Han kabul ettiyse de Ağa Muhammed Şah'ın 1785'de iran içlerinde Isfahan'da Şahlığım ilan eden Almurad Zend'i mağlüb etmesiyle Gacar hanedanlığı bölgede mutlak hakim olmuştur. Gacar Hanedanlığı Ağa Muhammet Şah'ın 1797 yıfında Şuşa'da öldürülüşüne kadar bölgede mutfak güç olarak devam etmiş, onun ölümünden sonra gerek Fethali Han gerekse Abbas Mirze Han döneminde bölgede karışıklıklar yaşanmıştır. Ga-carların son dönemlerinde de yaşanılan sıkıntılar yalnız Güney Azerbaycan'da değil genelde iran'da hakim olmuş kültürel, sosyal ve ekonomik problemler bölgede yenilikçi akınların güçlenip, halk arasında rağbet bulmasım sağlamıştır. Bu akımlar genel hatlarıyla Meşrutiyet hareketleri olarak tanımlanmaktadır. Güney Azerbaycan Türklerinin özgürlük adına yürüttükleri bütün mücadeleler genelde İran Halklarının yönlendirilmesi gibi bir karakter taşımış ve özgürlük mücadelesi bütünüyle İran'ı kapsar bir harekete dönüşmüştür, İran yakın tarihinde bu örnekler sıkça görülmüştür. Güney Azerbaycan'da meşrutiyet Hareketleri olarak tanımlanan Özgürlük mücadelesinde Şeyh Cemalettin Afgan! île arkadaşlarının 1892'de kurduğu İttihad-ı İslami Partisi önemli rol oynamıştır. Bu partinin liderlerinden Mirza Rıza Kirmani, genel olarak İran Halklarına zulüm ve açlığı yaşatan, insan haklarım her fırsatta ezen Nasirettin Şah'ı 1896'da öldürmüştür, İran'da 1897-1903 yılları arasında faaliyet gösteren Maarif-i Encümen yenilik hareketlerinin hazırlığım yapan bir kuruluş olarak tanınmıştır. Maarif-i Encümen İran genelinde hürriyetçi, demokratik ve anayasal bir sistemin oluşturulmasını amaç edinmiş, daha sonra inkılap Komitesi ismiyle çalışan kuruluş, aydın din adamlarının kurmuş olduğu (1905) Gizli Encümen Teşkilatı ile birlikte faaliyetlerin! devam ettirmiştir. Aynı tarihlerde Rusya'da hayata geçirilen 1905 İhtilalinin de İran üzerinde etkileri olmuştur. Çarlık yönetiminin ülke dışına askeri müdahalede bulunma gücünü kaybetmesi İran'ı geçici de olsa rahatlatmış, bu durum ülke genelinde faaliyet gösteren Meşrutiyetçilerin çalışmalarım kolaylaştırmıştır. Gacar idaresine karşı gösterilen tepkiler güçlenmiş, gösteri ve grevler yönetimi zor durumda bırakmıştır. Tebriz'de başlatılan Hürriyet yürüyüşü etkisin! göstermiş 5 Ağustos 1906 tarihinde Meclisin oluşturulması ve Meşrutiyetin ilanı sağlanmıştır. Kabul edilen karar gereği 60 kişi Tahran'dan olmak üzere 150 kişiden oluşacak Meclis için seçim yapılmış 7 Eylül 1907 tarihinde Milli Şura Meclisi teşekkül ederek çalışmalarına başlamıştır. Meclisin ele aldığı ilk konu Anayasa hazırlamak olmuştur. Tebriz'den gelen milletvekilleri sayesinde Meclis aktif bir çalışma süreci göstermiş, ahalinin Meclise güveni sağlanmış, Meclis ülke genelinde yegane ümit kapışı olmuştur. Bu süreçte Rusya taraftarı olarak tanınan Atabek Azam, Rusya casusu Şapşal'ın ısrarları sonucu tekrar Sadrazam görevine atanmış, Meclise nifak sokmayı başaran Sadrazam bu hain tutumuyla Meclisi ikiye bölmüştür. Bu ihaneti affetmeyen Tebrizli Ağahan Serraf, Sadrazamı 1907 yılında Meclisten çıkarken ortadan kaldırmış, ancak Rusların desteğin! sağlayan Tahran Şahlık yönetimi 1908 yılında Meclisi top ateşine tutarak dağıtmıştır. Bu hareketi kabullenmeyen Settar Han önderliğindeki Güney Azerbaycan Türkleri Tebriz'de Meşrutiyet hareketlerin! başlattılar. Settar Han ile Bağır Hanın önderliğinde yürütülen Meşrutiyet hareketleri Tebriz ve çevresinde etkili olmuş, Tahran yönetimi bu ilk teşebbüsü önce kabul etmiş ancak kısa bir süre sonra kanla bastırmıştır. Hareketin önderleri Settar Han ile Bağır Han kanlı çarpışmaların ardından bir süre çeşitli yerlerde sürgün hayatı yaşamışlar daha sonra ise çeşitli şekillerde hayatlarım kaybetmiştirler. Güney Azerbaycan Türklerinin Tebriz'de başlattıkları Meşrutiyet Hareketlerinin ilki kanla bastırılmış ancak bu ideal ortadan kaldırılamamıştır. Settar Han'ın ya-mnda da yer alan Şeyh Muhammet Hıyabani bir Türk mücahidi olarak başladığı mücadelesin)', Meşrutiyet hareketin! devam ettirmiştir. Hıyabani 1918 de mensubu bulunduğu Demokrat Partinin ikinci kongresin! toplayarak önemli kararlar aldı. Bu kararların sonucudur ki, Güney Azerbaycan'da 7 Nisan 1920 tarihinde Azadistan Devleti kuruldu. Ancak eli kanlı Tahran yönetimi bölgede kendileri için tehlike gördükleri her olayda birlikte hareket ettiği işgalci Ruslar ile işbirliği yaparak şeyh Muhammet Hıyabani'nin başlattığı özgürlük hareketin! de Settar Han'ın önderliğindeki Meşrutiyet Hareketinde yaşandığı gibi kanla bastırdı. Tahran yönetimine karşı özgürlük mücahitleriyle birlikte canı pahasına savaşan Şeyh Muhammet Hıyabani 11 Eylül 1920 günü idam edildi. Dış güçlerinde desteği ile 1925'de Tahran'da Yönetimi ele geçiren Rıza Şah, ilk icraatlarından biri olarak İran'da resmi dilin farsça olduğunu karar altına almış ve İran'da yaşayan halklar arasında nüfus açısından da ilk sırada yer alan Türklerin ana dillerinde konuşmaları ve eğitim öğrenim görmelerini yasaklamıştır.
Pehlevi Hanedanlığının İran genelinde uyguladığı diktatörlük, Tebriz'de 1945 yılında gerekli reaksiyonu yarattı.Tahran Meclisine Tebriz üyesi olarak seçilen Mir Cafer Pişeveri, Şahlık yönetiminin bin bir entrikası sonucu seçimle elde ettiği milletvekilliğinden mahrum oluyordu. Pişeveri bu haksızlığa karşı Tebriz'e dönerek Azerbaycan Demokrat Partisi'nin ilk kurultayım topladı. Kısa sürede Güney Azerbaycan Türklerinin büyük sevgi ve ilgisin! kazanan Pişeveri, Partinin ikinci kurultayında alınan karar gereği Halk Kurultayım gerçekleştirmiştir. Halk Kurultayında Güney Azerbaycan'ın çeşitli bölgelerinden katılan 744 delegenin de kararıyla Azerbaycan Muhtar Hükümeti ilan edildi. 21 Azer / 12 Aralık 1945 tarihinde kurulan Azerbaycan Muhtar Hükümeti kısa sürede Güney Azerbaycan da önemli işler başardı. Bölgede konuşma dilinin yanı sıra eğitim öğrenim dilinin de Türkçe olduğu kararlaştırılmış ve Tebriz Üniversitesi kurularak Türkçe'nin Üniversite düzeyinde eğitim dili olması sağlanmıştır. Bölgede ekonomik kalkınmanın sağlanması buna paralel olarak kültürel ve sosyal hayatın geliştirilmesi yönünde de önemli işler başaran Azerbaycan Muhtar Hükümeti işgalci fars yönetimince Meşrutiyet önderleri Settar Han ve Şeyh Muhammet Hıyabani'nin başlattığı hareketlerde olduğu gibi tehlike olarak görülmüş ve hükümetin kuruluşunun 1. yılında Tebriz ve Urmiye başta olmak üzere Güney Azerbaycan'a giren fars orduları Azerbaycan Muhtar Hükümeti'ni ortadan kaldırırken vatanım savunan yirmi bini aşkın Azerbaycan Türkünü de şehit ediyordu. Mir Cafer Pişeveri ise çaresizlik içinde Sovyet işgalindeki Kuzey Azerbaycan'a sığınıyordu. Mir Cafer Pişeveri, Azerbaycan halkının son ümit kapısı olarak Türkiye'yi görmesini bağışlamayan Stalin'in emri ile Temmuz 1947'de kaza süsü verilerek öldürülmekten kurtulamadı. Güney Azerbaycan'da yaşayan Türklerin özgürlük mücadelesi Settar Hanın, Şeyh Muhammet Hıyabani'nin ve Mir Cafer Pişeveri'nin yürüttüğü mücalenin boyutlarım günümüzde daha da aşmış akılcı, gerçekçi ve her yönüyle Türklüğü ön planda tutan bir mücadeleye dönüşmüştür. Böylesine ulvi düşüncelerle çıkılan yolda başarıya ulaşılacağına olan inancımız sonsuzdur.

KUZEY AZERBAYCAN


Çarlık yönetimi 1828 yılında resmen bölerek işgal ettiği Kuzey Azerbaycan'da Hanlık sistemine 1840'a kadar müdahale etmedi. Çarlık yönetimi bölgede işgali tamamen gerçekleştirmiş olmasına rağmen hakimiyeti tam olarak sağlayamamıştı. Transkafkas'ın çoğunluk halkım oluşturan Türkler, Azerbaycan dışında Dağıstan ve Kuzey Kafkasya da da Rus ordularına karşı uzun yıllar savaştılar, aralıklarla isyanlar yaşandı. Çarlık yönetimi işgal ettiği diğer bölgelere oranla Kuzey Azerbaycan'da daha esnek o ölçüde de sinsi politikalar uygulamış, yerli ahali arasındaki huzursuzlukları çözerken bölgeye getirip yerleştirdiği gayri Türkler (Ermeniler başta olmak üzere) ile Türk ahali arasında düşmanlık yaratıyor ve kendisine yönelecek düşmanlığı önlüyordu. Kuzey Azerbaycan'da yönetimde de uzun yıllar bölge insanları görevlendirildi. 1840'dan itibaren yönetim sistemi ve yöneticiler değiştirilmeye başlandı. Önce Hanlık sistemine son verilerek hanlar uzaklaştırıldı. Bakü'de Hanlık sisteminin yerine "Hazar Sahil Bölgesi" adı altında yeni bir yönetim şekli oluşturuldu. "il" (Oblast) adı ile oluşturulan yeni sistemin yönetimi önce Tiflis de bulunan bir komutana verilmiş daha sonra Kafkasya Çar Naibi ünvanına sahip, bir genel valiye (Gurbernatır) bırakılmıştır. 1845 yılında ise tüm yetki doğrudan Çarı temsil eden genel valiye verildi. Dönemin ünlü siyasetçisi Mihail Vorontsov da Kafkasya'nın ilk Genel Valisi olarak atandı. Bu süreçte Kuzey Azerbaycan üç büyük yönetim bölgesine, Gubernia adı verilen idari bölgelere bölündü. Gence'nin değiştirilen adıyla bölgede Yelizavetpol Gubernia'sı, Baku Gubernia'sı ve İrevan Gubernia'sı oluşturuldu. Her üç gubernia'nın ilk yöneticileri Gubernatır denilen valilerdir ki, onlarda genellikle Ruslardan seçilmiştir. Çarlık yönetiminin işgal ettiği pek çok bölgede olduğu gibi Kuzey Azerbaycan'da da uyguladığı bu sistem bazı değişiklikler ile 1917 yılma kadar devam etti. İrevan hanlığı arazisinde oluşturulan İrevan Gubernia'sı bölgeye zamanla Osmanlı Devleti, İran ve Orta Doğu ülkelerinden getirilen Ermenilerin yerleştirilmesi sonucu adeta Azerbaycan'dan soyutlanmıştır. Bölgede Ermenilerin çoğunluk sağlayabilmeleri için göçler devam ettirilmiş, bölgede yaşayan Türklerin, Türkiye ile Azerbaycan'ın diğer bölgelerine göç etmeleri teşvik edilmiş ve yöneticilerin Ermenilerden seçilmesi veya onların korunması gibi imkanlar sağlanmıştır. İraven Gubernia'sında Rus yöneticilerin uyguladığı siyaset zamanla bölgenin Ermenilerle meskun bir yapıya dönüşmesi sonucunu doğurmuştur. Bu siyasetlerin sonucudur ki, Aras Nehri'nin kuzeyindeki Azerbaycan toprakları fiilen Doğu ve Batı Azerbaycan olarak iki bölgeye ayrılmıştır. Doğu Azerbaycan'ın (Baku başta olmak üzere) çeşitli bölgelerinde dağınık halde yaşayan Ermeniler çeşitli sebeplerle batı Azerbaycan'a (irevan ve çevresine) yerleştirilmiş ve Çarlık Rusyası dağılıp Bolşevik sistemi kuruluncaya kadar geçen sürede batı Azerbaycan topraklarında Ermenistan Devleti kurdurulmuştur. Kuzey Azerbaycan'da 19. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak 20. yüzyıl başlarına kadar devam eden Çar işgal yönetimi 19.yüzyıl ortalarına kadar sosyal ve kültürel hayatta önemli bir değişiklik yaratamamıştır. Bölgenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini işgalin başladığı ilk yıllardan itibaren sömürmeye başlayan Çarlık yönetimi aynı süreçte Azerbaycan Türklerini geleneklerinden, adet ananelerinden uzaklaştırmak amacıyla ciddi bir asimilasyon politikası uygulamış ancak bunda pek başarılı olamamıştır, 19.yüzyılın ikinci yarısından başlayarak özellikle Güney Kafkasya demiryolunun yapılması ve petrolün artık enerji maddesi olarak kullanımı ile Baku de gelişen sanayi ve ticaret Kuzey Azerbaycan'ın sosyal, kültürel ve ekonomik hayatında önemli değişiklikler yarattı. Ekonomik hayatın gelişmesi sosyal ve kültürel hayatın aynı zamanda eğitim-öğrenimin de gelişip yaygınlaşmasına imkan sağladı. 19.yüzyılın sonlarına doğru Azerbaycan'da özellikle Bakü'de Çarlık Rusyasının işgalindeki diğer bölgelerle kıyaslanmayacak ölçüde ticaret ve sanayinin gelişimi yaşandı. Bu gelişmelere sahne olan Azerbaycan'ın petrolü başta olmak üzere diğer kaynaklarının büyük miktarının sömürülmesi de devam etti. Bakü'de sanayinin gelişmesi ekonomik hayatta rahatlık sağlarken sosyal ve kültürel alanlarda ciddi bir tehlike yaratıyordu. Baku, Rusya'dan, İran'dan hatta Orta Doğu ve Uzak Doğu ülkelerinden gelen işçilerin yerleşiminden dolayı kozmopolit bir yapıya bürünüyor ve bu durum da Azerbaycan Türklerinin milli kimlik ve kültürleri üzerinde olumsuz etkiler yaratıyordu. Ermenilerin, Bakü'de yönetimde etkin rol oynamaları ve Azerbaycan'ın diğer bölgelerinde (Dağlık Karabağ gibi) hak iddialarında bulunmaları (Rusların tahrikleri bu siyasette önemli rol oynamıştır) ve Rusya genelinde yaşanan ekonomik problemler Çarlık yönetimine 17 ve 18.yüzyıldaki gücünden çok şey kaybettirmiştir. Aynı süreçte Çarlığın işgalinde bulunan topraklarda milliyetçilik duyguları güçlenmiş, toplumlar kendi vatanlarında özgür yaşamı sağlamak için mücadele başlatmıştırlar. Çarlık işgalindeki topraklarda kültürel özgürlük yönünde başlayan istiklal hareketlerinin önderleri arasında Azerbaycan Türkleri ve Kazan, Kırım Türkleri ön sıralarda yer aldılar. Söz konuşu dönemde, Azerbaycan'da Mirze Fethali Ahuntzade, Kasım Bey Zakir, Ali Bey Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu gibi ilim ve fikir adamları Mehmet Emin Resulzade, Ali Merdan Topçubaşı, Yusuf Bey Nesipbeyli ve Fethali Han Hoylu gibi siyaset adamları Çarlık işgalindeki diğer Türk Halklarının temsilcileri ile birlikte düzenlenen kurultaylarda Rusya esiri Türklerin bağımsızlık mücadelesini başlattılar. Çarlık Rusyasının 1905 yılında Japonya ile yapılan savaştaki mağlubiyeti ve ülke genelinde her geçen gün ağırlaşan ekonomik şartların da sağladığı fırsattan yararlanan Azerbaycan Türkleri 20.yüzyıl başlarından itibaren aktif şekilde yürüttükleri bağımsızlık mücadelesini çeşitli evrelerden sonra 1918 de başarıya ulaştırdılar.

AZERBAYCAN CUMHURİYETİ


(1918 - 1920) Azerbaycan'ın bölünüp işgale uğramasının ardından geçen uzun yıllar boyunca Kuzey Azerbaycan'da bağımsızlık mücadelesi aralıksız yürütülmüştür. Bu mücadele sürecinde ermeni çetelerinin saldırıları önemli engel oluşturmuştur.Ermeni çetelerinin saldırılarına karşı koymak amacıyla Ahmet Ağaoğlu tarafından kurulan Difai Teşkilatı bu yönde önemli işler başarmış aynı zamanda Azerbaycan Türklerinin şuurunu güçlendirmiştir. Rusya'da yaşanan 1905 ihtilali, Türklerin bağımsız devletlerin! kurma yolundaki ortak çalışmalarına imkan sağlamıştır. Bu yıllarda Azerbaycan Türklerinden Ali Merdan Topçubaşı ile Hasan Bey Zerdabi 1906'da Naşir-i Şerif Cemiyetinin kurulmasında rol oynamışlar. Kuzey Azerbaycan'da bağımsızlık mücadelesinin geniş halk kitleleri arasında benimsenmesin! sağlayan teşkilat ise Müsavat'dır. Çar rejiminin baskılarından kaçan Azerbaycanlı aydınların çeşitli ülkelere sığınmalarının ardından ülkede kalan aydınlardan Mehmet Ali Resuloğlu, Taki Nağıoğlu ve Abbas Bey Kazırnzade 1911 yılında Müsavat Partisi'ni kurdular. (Bu dönemde M.Emin Resuizade'de vatanım terk etmek zorunda kalan aydınlardan biri olarak istanbul'dadır.) Müsavat kısa sürede Rusya esiri diğer Türk ellerinde bağımsızlık amacıyla kurulan teşkilatlar ile güçlü ilişkiler kurdu. Müsavat Türkiye'de de ittihat Terakkiciler ile yakın ilişki içindeydi. Kuruluşunda islami karakter taşıyan Müsavat, Nesip Bey Yusuybeyli'nin önderliğindeki Türk Ademi Merkeziyet Partisi'nin katılımı ile tamamen Türkçü bir yapıya dönüşmüştür.Müsavat Partisi'nin 1917'de yapılan Kurultayında Genel Başkanlığa Mehmet Emin Resuizade seçilmiştir.1905-1917 yılları Rusya'da tam anlamda kaos dönemidir. Çar ülkede kontrolü sağlayamamış, isyanlar ve grevler karşısında Duma'yı fesh etmiştir. Rusya esiri Türkler Çar'ın tahttan indirilmesinin ardından Mart 1917'de Dağıstanlı Ahmet Salihov'un başkanlığında Rusya Müslümanları Geçici Merkez Bürosu adıyla siyasi bir kuruluş oluş-turdular. Bu büro Rusyadaki bütün müslümanların temsil edileceği bir kongrenin hazırlığım yaptı. Söz konuşu kongrede Azerbaycan temsilsi olarak Ali Merdan Topçubaşı yer almıştır. Siyasi Bü-ro'nun Mayıs 1917'de gerçekleştirdiği Rusya Müslümanları Kongresi'nde ise Azerbaycan'ı temsilen Mehmet Emin Resuizade katılmıştır. Resuizade, Kongre'de ileri sürülen diğer bir görüş karşısında Federal Devletler Kurulmasın savunmuş, uzun tartışmalardan sonra bu görüş Kongre'de kabul edilmiştir. Rusya Müslümanları Kongresi, Bolşevik ihtilalinden önce Rusya'da yaşayan Müslümanların başardıkları en önemli siyasi aktivite olmuştur. Kongre'de kabul edilen Federal Devletler kurul-ması görüşü, Rusya'da yaşayan Türklerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını da yaratmış oluyordu. Kongre'de kabul edilen kararlar Rus emperyalistler arasında kısa sürede reaksiyon buldu. Ermeni bolşeviklerinden Şaumyan, Lenin tarafından Kafkasya Komiserliğine atandı. Şaumyan bölgede ilk iş olarak ermenilerin aracılığı ile Azerbaycan genelinde katliamlar hayata geçirdi. Bu katliamlar da kısa sürede Azerbaycan da 40 bin insan şehid edildi.Baku şehrini de işgal eden Şaumyan komutasındaki bolşevikler Baku'yu bölgedeki komünist propagandaları için merkez seçtiler. Aynı dönemde, Rusya Kurucular Meclisi'ne seçilmiş olan Türk, Gürcü ve Ermeni temsilcilerinden oluşan Seym Meclisi, Maverayı Kafkasya Komiserliği'nin en yüksek organı durumundaydı. Ancak, Seym Meclisi bölgede yaşanan katliamların müzakere edilmesin! içeren teklifleri dikkate almamış ve bir türlü toplanmamıştı. Seym, Osmanlı Devleti'nin bölge komutanı Vehip Paşa'nın çabaları sonucu toplanmışsa da ermenilerin katliamlarının müzakereler yapıldığı dönemde de devam etmesi büyük tepki ile karşılanmıştır.
Seym bir süre sonra Azerbaycan, Gürcüstan ve Ermenistan temsilcilerinin katılımı ile Trans-kafkasya Federasyonu'nu oluşturmuştur. Ancak Transkafkasya Federasyonu da başarılı olamamış ve 26 Mayıs 1918 tarihinde kendisini feshetmiştir. Federasyonun fesih kararının açıklandığı gün Gürcüstan ile Ermenistan istiklallerim ilan etmişlerdir. Aynı gün Kafkasya Seym'ine Azerbaycan temsilcileri sıfatıyla katılan heyet kendisin! Azerbaycan Milli Şura'sı olarak ilan etmiş , Milli Şura'nın başkanlığına da Mehmet Emin Resulzade seçilmiştir. Milli Şura'nın 28 Mayıs 1918'de yapılan toplantısında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilan edilerek istiklal beyannamesi okunmuştur. Baku, Azerbaycan Cumhuriyetinin başkenti seçilmiş, şehrin bolşevik işgalinde olması nedeniyle Gence geçici başkent olarak tesbit edilmiştir. Azerbaycan Cumhuriyetinin bayrağı, Mavi, kırmızı ve yeşil renklerden oluşan ve ortasında bir hilal ile sekiz köşeli yıldız olarak belirlenmiştir. Devlet başkanlığı görevine Milli Şura Başkanı Mehmet Emin Resulzade, Başkanlığına ise Fethali Han Hoylu getirilmişlerdir. Azerbaycan Cumhuriyeti'ni kuran Mehmet Emin Resulzade önderliğindeki Azerbaycan vatanseverleri ilk iş olarak ülkede işgal ve katliamları devam ettiren ermenilere karşı organize mücadele başlatmıştır. Osmanlı Devleti ile yapılan görüşmeler sonucu Nuri ve Mürsel Paşaların komutasındaki Kafkasya ordusu ermenilere karşı Kazak bölgesinden başlattığı harekatı 15 Eylül 1918'de Bakü'de zaferle sonuçlandırmıştır. Baku'nun kurtarılması ile hükümet faaliyetleri başkente nakledilmiş kısa sürede Azerbaycan'da çağdaş, demokratik, laik bir devlet düzeninin kurulması yönünde çalış-malara başlanmıştır, ilk hayata geçirilen kanunlardan biri olarak Azerbaycan'ın resmi dilinin Türkçe olduğu ilan edilmiş, eğitim-öğrenim kurumlarında Türkçe ve latin alfabesiyle tedrise başlanmış, ülkede çağdaş devlet düzeninin kurulmasın) sağlamak amacıyla yurt dışına öğrenciler gönderilmiş, vatanı dış ve iç tehlikelere karşı korumak amacıyla ordu kurulma çalışmaları başlatılmıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti yöneticileri ülkede sosyal, kültürel, ekonomik hayatın geliştirilmesi, halkın refah düzeyinin yükseltilmesi yönünde çok amaçlı çalışmalarının yanı sıra Azerbaycan'ın dış siyaseti aynı zamanda dünya devletleri tarafından tanınması yönünde de aktif faaliyet gösterdiler. Yorucu çabalar ve uzun müzakereler sonunda Azerbaycan Milli Meclisi Başkanı Ali Merdan Topçubaşı başkanlığındaki heyetin Paris'te yapılan görüşmelerdeki çalışmaları olumlu sonuçlanmış 12 Ocak 1920'de Azerbaycan Cumhuriyeti Dünya Devletlerince tanınmıştır. 28 Mayıs 1918'de Türk ve islam aleminin ilk Cumhuriyeti'ni kuran Mehmet Emin Resulzade ve ülküdaşları kısa sürede çok önemli işler başardılar. Azerbaycan'ın çağdaş devlet yapışma kavuşması. Azerbaycan Türklerinin vatanlarında özgür ve mutlu yaşamaları için yoğun çaba gösterdiler. Ancak, Azerbaycan hakkındaki emellerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Ruslar bu kez Sovyetler Birliği adı altında örgütlenip, ülkede Nerman Nermanov'un önderliğindeki yerli işbirlikçilerinin eliyle Azerbaycan'ı tekrar işgal ettiler. 27 Nisan 1920 tarihinde Aras'ın kuzeyindeki topraklarda 23 ay önce kurulmuş Azerbaycan Cumhuriyeti işgal edilirken Azerbaycan Türkleri tekrar esarete düşüyordular. Bolşeviklerin elinden canlarım kurtarabilenler ülke dışına muhacerete çıkıyor, ülkede kalanlar ise Bolşeviklerin katliam veya sürgünlerini yaşıyordular. Azerbaycan Cumhuriyeti'ni kuran vatanseverler muhacerette de ideallerini yaşattılar. Vatanlarının bir gün mutlaka bağımsızlığını kazanacağı ümitlerini hiç kaybetmediler. Bu idealist insanların çalışmalarının da etkili olduğu uzun bir zaman diliminin sonunda 1991 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını tekrar kazandı.
Kaynak:www.azatyurt.com

20 Ekim 2007 Cumartesi

Diktatörler nasıl ölür?



Tanınmış bazı diktatörlerin akıbetleri şöyle:

İktidardayken ölenler



Adolf Hitler: 'Führer', Sovyet askerlerinin Berlin'e girişinden kısa süre sonra 30 Nisan 1945'te sığınağında intihar etti.



Joseph Stalin: 30 yıldan fazla Kremlin'in ev sahibi olan Sovyetlerin bir numaralı ismi Stalin, 5 Mart 1953'te beyin kanamasından öldü.



Antonio De Oliveira Salazar: 36 yıl Portekiz'in başında kalan Salazar, 1968'de beyin travması geçirdikten sonra 27 Temmuz 1970'te öldü.



Francisco Franco: İspanyol diktatör Franco, 35 gün süren kalp sorunlarının ardından 83 yaşındayken 20 Kasım 1975'te öldü.



Mao Zedong: Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu olan ve ülkeyi 27 yıl yöneten Mao, 9 Eylül 1976'da öldü. Mao, öldüğünde 82 yaşındaydı.



Kim İl-Sung: Kuzey Kore'nin 'ebedi başkanı' Kim il-Sung beyin travması geçirerek öldü. Temmuz 1994'te ölen Kim İl-Sung'un yerine oğlu Kim Jong-il geçti. Sürgünde ölenler İdi Amin



Dada: Uganda'nın eski diktatörü (1971-1979) 16 Ağustos 2003'te 20 yıldır sürgünde yaşadığı Suudi Arabistan'da, rejimi döneminde işlenen suçlardan yargılanamadan öldü. Mobutu Sese



Seko: Zaire'nin eski diktatörü sürgüne gönderildikten birkaç ay sonra 7 Eylül 1997'de Fas'ın başkenti Rabat'taki bir hastanede kanserden öldü.



Alfredo Stroessner: 1989'da devrilen Paraguay'ın eski diktatörü, ülkesinde yargıya hesap vermemek için kaçtığı Brasilia'da 16 Ağustos 2006'da öldü. Öldüğünde 93 yaşındaydı. -



Pol Pot: Kıyıcı Kızıl Kmer rejiminin (1975-1979) bir numaralı ismi Pol Pot, Kamboçya'nın balta girmemiş ormanlarında 16 Nisan 1998'de yaşlılıktan öldü.



İdam edilenler



Benito Mussolini: 1922 ile 1943 arasında İtalya'yı yöneten Mussolini, Almanya'nın hezimetini takiben İsviçre'ye kaçarken kendisini tanıyan İtalyan partizanlar tarafından 28 Nisan 1945'te vurularak öldürüldü.



Nikolay Çavuşesku: 24 yıl boyunca Romanya'yı idare eden Çavuşesku, devrildikten birkaç gün sonra karısı Elena ile birlikte Aralık 1989'da askerler tarafından kurşuna dizilerek idam edildi. Mahkum edilenler ya da haklarında dava açılanlar



Augusto Pinochet: Şili'nin eski diktatörü, 10 Aralıkta, kalp krizi geçirdikten 1 hafta sonra 91 yaşında öldü. Pinochet hakkında birçok dava açılmıştı.



Slobodan Miloşeviç: Lahey'de uluslararası ceza mahkemesince savaş suçu, insanlığa karşı suç işlemek ve soykırımla suçlanan Yugoslavya'nın eski başkanı 11 Mart 2006'da davası sona ermeden hücresinde öldü.



Mengistu Haile Mariam: Etiyopya adaletinin, 1977 ile 1978'de soykırım yapmakla suçlanan eski diktatörü Mengistu hakkında 11 Ocak'ta karar vermesi bekleniyor. Mengistu, 1991'den beri Zimbabve'de sürgünde yaşıyor.



Charles Taylor: Liberya'nın eski devlet başkanı Sierra Leona için kurulan ceza mahkemesi tarafından savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle suçlanıyor. Taylor'ın davası Lahey'e nakledildi ve 2007'de görülmeye başlanacak.



Jorge Rafael Videla: Arjantin'in eski diktatörü Videla, adam kaçırma, işkence gibi suçlardan yargılandıktan sonra 1985'de ömür boyu hapse mahkum edildi ve 1990'da affa uğradı. Eylül ayında affı iptal edilen diktatör, yeniden yargılanabilecek.



Manuel Noriega: Panama'nın eski lideri Amerikalılar tarafından 1989'da yakalanmış ve uyuşturucu kaçakçılığından 40 yıl hapse mahkum edilmişti. Noriega, hala Florida'da cezasını çekiyor.



Kaynak: CNN Türk



18 Ekim 2007 Perşembe

Televizyonun İcadı-İcatlar Tarihi



21. yüzyılın vazgeçilmez aletlerinden biri olan televizyonun tarihi, 75 yıl önce, İskoç mucit John Logie Baird ’in keşfiyle başladı. Baird, 21. yüzyılda insanları saatlerce karşısında oturtabilen televizyonun babasıydı. Keşif merakı çocuk yaşlarda başlayan Baird, 12 yaşında, evine bir elektik sistemi döşemiş ardından yoldayken arkadaşlarıyla konuşmasını mümkün kılacak ilk telefon santralini geliştirdi. İskoçyaya’da Kraliyet Teknik Koleji’nde elektrik dersleri alan Baird, Glascow üniversitesinde elektrik mühendisliği okudu. Birinci Dünya Savaşı sırasında eğitimine ara veren mucit, silahlı kuvvetlerde çalışmak istedi ama kabul edilmedi. Başvurusu reddedilen Baird, Clyde Valley Elektrik Enerjisi Şirketi’nde çalışmaya başladı ancak sağlık
problemleri işi bırakmasına sebep oldu. Clyde Valley ’den sonra aralarında Trinidad ’da bir reçel fabrikasında işçiliğin de bulunduğu çeşitli işlerde çalışan Baird, nihayet 1922’de memleketi Sussex ’e geri dönen ve burada tamirciliğe başladı. Nakkaş mucit Sussex’ deki mütevazı hayatı, Baird ’i 50 yıldır düşlediği televizyon icadı üzerinde yoğunlaşma fırsatı verdi.

Parası olmadığı için ilk televizyonunu bir lavabo ve bir çay tenekesiyle yapan Baird, bir sonraki denemesinde projeksiyon lambasını bisküvi kutusuyla kaplayıp basit bir düzenek geliştirdi ve düzeneğe kullanılmış lenslerle devrelerden tarama diskler ekledi. Baird ’in icat ettiği bu düzenek, tahta çubuklar arasına nakış iğneleri ve balmumuyla tutturulan bir cihaz olarak TV’nin dedesi kabul edildi. Çalışmalarını bundan sonra da sürdüren mucit, 1925’de hayal ettiği gibi, “Stok ey Bill” adını verdiği ilk ilkel televizyonda görüntü transmisyonunu da gerçekleştirmeyi başardı. Logie Baird icadının parlak bulundu ama pek ciddiye alınmadı. İlk yayın BBC’den Baird ’in ilk ilkel TV’yi icat ettiği dönemde, BBC gibi yayıncılar radyoya odaklanmıştı. BBC’inin TV yayıncılığına geçişi, 1929’da sınırlı bir kitleye ulaşan ilk deneme yayınıyla başladı. Günde iki yayın kuşağında hizmet vermeye başlayan BBC televizyonu, ilk kuşakta haber, ikinci kuşakta ise müzik yayını veriyordu. Baird televizyondan sonra infrared ışınlar üzerinde de çalışmalar yaptı. (d.13 Ağustos 1888; ö.14 Haziran 1946)

NASIL ÇALIŞIR

Televizyonun temel prensibi ışık enerjisinin elektrik enerjisine çevrildikten sonra yayınlanması ve alınan elektromanyetik sinyallerin tekrar ışık enerjisine çevrilmesidir.Işık enerjisi elektrik enerjisine çevrilmesi fikri 1873 senesinde Selenyum üzerine ışık düşürüldüğünde elektrik direncinin değiştiğinin keşfedilmesi ile başlamıştır.

Bu prensibe göre selenyum üzerine parlak ışık düşerse; sinyal kuvvetli , soluk ışık düşerse sinyal zayıf olacaktır. Genliği değişen bu sinyal radyo dalgaları gibi yayınlanıp alıcıda ters işlem yapılınca ekranda görüntü teşekkül eder.TV bu bakımdan “uzaktan görme” manasına gelir. TV bir noktadaki ışık şiddeti radyo dalgalarına dönüştürme,sonra bu dalgalardan,eş şiddette bir ışıklı nokta elde etme esasına dayanır.Nakledilecek görüntü, yüz binlerce kareye bölündükten sonra,her bir kare,homojen şeklinde aydınlanmış noktalar gibi kabul edilip,bu noktalardaki ışık şiddeti TV verici sisteminde radyo dalgalarına, dalgalarda TV alıcılarına da yeniden ışığa dönüştürür.

Görüntüdeki kareler çok hızlı tarandığı için, alıcı ekranlarında tek ,tek ışıklı noktalar değil, değişik aydınlıkta karelerin meydana getirdiği resimler gözlenir.

Renkli televizyon,bütün renkleri yeşil, mavi ve kırmızının değişik oranlarda karıştırılması ile elde edilebileceği gerçeğine dayanır.Nakledilecek görüntü, yeşile, maviye ve kırmızıya duyarlı olan üç ayrı kamera tarafından aynı anda taranır.Elde edilen üç ayrı elektromanyetik dalga, alıcı sistemin ekranında, biri yeşil biri mavi ve biri kırmızı olan üç görüntüyü üst, üste düşürür ve bu renklerin karışmasından, tabii renklenmeler yeniden elde edilir.
Televizyon yayınlarında ses ve görüntülerin nakli için, frekansı 5×10 : 9×10 Hertz (50 –900 mega say kıl) aralığına düşen elektromanyetik dalgalar kullanılır.Her televizyon istasyonu,6 mega saykıllık bir frekans aralığında hem ses, hem görüntü gerçekleştirilebilir. Bu 6 mega hertz’lik frekans aralıklarına “kanal” denir. Genel olarak ses yayınlarını taşıyan dalgaların frekanslarını, görüntü taşıyan dalgalarınkinden daha yüksektir.
Bir televizyon yayın sisteminde, beş önemli unsur bulunur

1.Yayınlayacak sahneyi görüntüleyen kamera.

2. Görüntüdeki ışık sinyalleri dönüştüren bir transduser.

3. Bu elektrik sinyallerinden radyo dalgaları üreterek anten atmosfere yayınlayan verici (transmitter)

4. Atmosfer yayınlanan görüntü taşıyınca tromanyetik dalgaları alıp yükselttikten sonra elektik sinyallerine dönüştürerek (alıcı anten, amlifikatör ve birinci dedektif)

5.Elektrik sinyalleri ışığa dönüştürerek, ekran üzerinde görünür resim veren transduser .

GÜNÜMÜZDEKİ MODELLER VE YENİ GELİŞMELER


Tasarrufa Duyarlı Plasma:Hem bilgisayar ekranı hem de TV olarak kullanılabilen Panasonic Plasma Display TH-42PWD 3U, köşeden köşeye 106 cm’lik bir ekran büyüklüğüne sahip. Enerji tasarrufu yapan ve gürültü kirliliğine karşı duyarlı olarak üretilen Plasma TH-42PWD3U’un içerisinde gürültüden kaçınmak için fan kullanılmamış ve 295 watt elektrik tüketiyor.

Geride bıraktığımız yıla ait kablolu yayın izni ücretini ödemeyen yaklaşık 50 TV kuruluşu yayınlarının durdurulması tehlikesiyle kaşı karşıya geldi.(Zaman Gazetesi 3 Ocak 2002)
İnternet ve televizyon ilk defa Web TV ile bir araya getiren Steve Perlman ,teknoloji dünyasından heyecan oluşturacak bir cihaz geliştirdi.Jurnal. net’teki habere göre . evdeki herhangi bir odadan tek bir kutu ile bir müzik, televizyon , video ve DVD gibi diğer eğlence sistemlerini çalıştırmalarını sağlayan cihaz tanıtımı büyük ilgi gördü. Moxi Media Center adı verilen cihaz, VCR ya da kablolu kutuya benzeyen bir set üstü kutu.Televizyona bağlana bilen bu kutu ,kablo ya da uydu sinyallerini çözebiliyor. Ürünü ortaya çıkaran Perlman’a göre Moxi , ayrı , ayrı DVD player , CD player, video recorder ve dijital müzik sistemi (ve bunların kumandaları)ihtiyacını ortadan kaldırıyor ayrıca 80 GB sabit diski bulunan yeni cihaz , yüzlerce CD’yi de depolayabiliyor.Modem ,Fire Wire bağlantı portu ve bir tür açık kodlu Linux işletim sistemi bulunan cihaz interaktif Tv ,e-posta ,anında mesajlaşmayıda destekliyor.

Perlman,uydu TV sağlayıcısı EchoStar ile ortalık anlaşmada imzalamış bu anlaşma sayesinde Moxi set üstü kutuların ABD’de 2003 yılında piyasada olması bekleniyor.Benzer set üstü kutuların birbiri ardından çıktığına dikkat çeken endüstri uzmanları ilk defa önemli bir içerik sağlayıcının böyle bir girişime destek verdiğini vurguluyor.


“DİJİTAL DEVRELER, DAHA KULLANIŞLI


”Erciyes Üniversitesi’ndeki “Dijital TV Yayınları” konulu konferansında konuşan, Prof. Dr. Avni Morgül, dijital yayınların analog yayınlardan daha ucuz olduğunu söyledi.Ayrıca dijital devrelerin bilgisayar ve televizyon tek bir cihazda birleştirilmesine de sağladığı dile getirilir.

TELEVİZYON İZLEMENİN KURALLARI


Televizyon izlerken daha çabuk ve kolay öğreniriz.
Gezip görmediğimiz yerleri televizyon sayesinde öğreniriz.
Yarışma programları izleyerek biz de bilgilerimizi yoklayabiliriz
Televizyon, yararlı bir kitle iletişim aracıdır.
Televizyon insanlara hizmet etmelidir.Onları tutsak etmemelidir.
Bir çocuk, televizyonu uzun süre izlerse zamanla gözleri bozulabilir. Çünkü; televizyon çalışırken zararlı ışınlar göndermektedir.
Uzun süre televizyon izleyen ve program seçmeyen çocuklar için televizyon izlemek zararlıdır.
Televizyon izlemeden önce hangi programlar bize göre ise onları anne ve babamıza danışarak seçmeliyiz.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ


İlk sesli filmler 1928 yılında çevrildi.
İlk televizyon yayınları 1940 yılında ABD’de yapıldı.
İlk üç yaşta televizyon karşısına bırakılan çocuklara “otistik” özelliklerinin geliştiğini biliyor musunuz?
Televizyonun ömrümüze maliyetini hesapladınız mı?
Günde kaça saatiniz televizyon başında geçiyor?
Ortalama belki de iyimser bir hesapla 3 saat diyelim.İlk başta hiç ürkütücü gelmiyor.Ancak günler damlaya damlaya hafta olur, ay olur,yıl olur , sonunda bir ömür olur biter.Eğer televizyonun günde 3saatten bir yılda yiyip bitirdiği zamanı hesaplarsak, 1095 saat eder.Bu gecesiyle gündüzüyle 45 gün demektir, televizyonun başında geçen 45 gün ve 45 gece eder.
Şimdi ikinci soru:Televizyon canavarının pençesinde can veren bu 1095 saat bize neler kazandırabilir?
Bu rakam bir öğrencinin bütün bir öğretin yılı boyunca ders gördüğü saatlerden daha da büyük bir yekündur.Demek ki, en azından kayıp bir öğretim yılı var, orta yerde .
1095 saat içerisinde bir yabancı dili iyi seviyede öğrenmek mümkündür.Bu demektir ki, televizyon her yıl bize bir yabancı dil kaybettiriyor.
Kitap okumayı tercih ederseniz, ağır bir okunuşla 25 bin sayfalık kitabı bu müddet içinde bitirmemiz mümkündür.


Kaynak:www.buzlu.org

13 Ekim 2007 Cumartesi

İran-Irak Savaşı



İran-Irak Savaşı, 1980-1988 yılları arasında Irak ve İran arasında yapılmış olan savaştır. Yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasara, her iki ülkede de ağır yıkımlara yol açmıştır. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştır.

Savaş öncesinde Irak-İran ilişkileri

Soğuk Savaş boyunca Irak-İran ilişkileri iyi olmadı. 1969 Nisan ayında, Amerika Birleşik Devletleri’nin de desteğini alan İran Şahı, önemli bir su yolu olan ve 1937 yılı Irak-İran sınır antlaşması ile Irak’a bırakılan Şatt-ül-Arap’ı geri almak istedi. Bu amaçla, güç gösterisi olarak gemilerini bölgeye gönderdi. 1970 yılında kesilen diplomatik ilişkiler, 1973 yılında tekrar kuruldu ve 1975’te bir antlaşma imzalandı. Buna göre iki ülke arasındaki sınır, su yolunun en derin noktasından geçecekti. Ayrıca İran, Irak’taki Kürtleri merkezî hükümete karşı desteklemeyeceğini taahhüt ediyordu. Fakat 1971 yılındaki silahlı çatışmalar sırasında İran’ın ele geçirdiği Körfez adalarından çekilmemesi, iki ülke arasındaki ilişkinin gelişmesine engel oldu.

İran’da Humeyni iktidarı

Adalar sorunu yüzünden zaten gergin olan Irak-İran ilişkileri, İran’da Şiiliğin savunucusu olan Humeyni iktidarının başa gelmesi ile iyice bozulmaya başladı. Bağdat’taki Saddam Hüseyin hükümeti, İran’daki Şii hükümetin, Irak’taki Şii çoğunluğu Sünni iktidara karşı kışkırtmasından endişe ediyordu. Bu arada Irak, İran’daki Arap bölgesi Huzistan’a özerklik verilmesi fikrini savunmaya başlamıştı.

Savaşın başlaması ve ilk aşamalar

1980 yılının ortalarında, ordudaki yüksek rütbeli subayların tasfiye edilmesi ve rehineler olayıyla ABD’nin düşmanlığını çekmesi dolayısıyla, İran'ın güçsüz durumda olduğu izlenimi uyanmıştı. İran’ın iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olan bölgeden askerlerini çekmeyi reddetmesi üzerine 22 Eylül 1980’de Irak ordusu sınırı geçti. Irak 16 Eylül’de, Şatt-ül-Arap antlaşmasını feshettiğini açıklamıştı.
Savaşın ilk günleri, baskın avantajını koruyan Irak’ın üstünlüğü ile geçti. Fakat, zamanla İran’ın direnişinin artması ile savaş karşılıklı yıpratma sürecine girdi.

Savaş

Irak-İran Savaşı'nı kapağına taşıyan Time dergisi sayısı
İran’ın ilk tepkisi, sadece ilerleyen Irak birliklerini değil, aynı zamanda Irak’ın Basra limanını da bombalamak oldu. Aynı günlerde Tahran ve Bağdat karşılıklı bombalandı. Eylül ayının sonunda Irak ordusu Abadan ve Hürremşehr kentlerini abluka altına almıştı, ama kış gelmeden bitirmek istediği savaşta istediği sonuca gidemiyordu. 1980 kışı boyunca yapılan barış girişimleri başarısız oldu ve 1981 Nisan ayından itibaren savaş yeniden alevlendi.
Tarih, yıpratma savaşlarında ekonomik gücünü ve insan kaynağını en uzun süre kullanabilen tarafın avantajlı olduğunu göstermiştir. İran bu uzun savaşta kendisini, stratejisini hızlı bir zafer üzerine kuran Irak’a göre daha rahat hissediyordu. Bunu bilen Irak, İran’ın ekonomik gücünü zayıflatma amacıyla saldırıya başladı.
İki ülkenin de ekonomik gücü büyük ölçüde, en büyük ihraç ürünleri olan petrole dayanıyordu. Irak, boru hatlarından petrol ihraç edebilirken İran, ihracatını büyük ölçüde Basra Körfezi’nden yapıyordu. Yani, Basra Körfezi'ndeki petrol ticaretinin kesintisiz sürmesi Irak’ın değil, İran’ın işine geliyordu. Bu sebeple Irak, petrol taşıyan İran gemilerine saldırılar düzenlemeye başladı. Benzer şekilde İran da, Irak petrol tesislerine saldırıya başladı.
Körfez petrol ticaretinin zarar görmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa aktif olarak katılmasına sebep oldu. ABD ve müttefikleri (Avrupa ve Japonya) büyük ölçüde Körfez petrolüne muhtaçtı ve petrol yolunun saldırıya açık olması Batı dünyası için tehlikeliydi. Körfez petrol yolunu açık tutmak için Amerika Birleşik Devletleri bölgeye bir filo gönderdi ve ABD bayrağı çekmiş Kuveyt tankerlerini korumaya başladı.
Sekiz yıl süren savaş 1988 Ağustos ayında yapılan ateşkes ile sonlandı. Ancak Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan barış görüşmelerinden sonuç alınamadı. İran, görüşmeler için ön koşul olarak topraklarındaki tüm Irak askerlerinin çekilmesini isterken, Irak Şatt-ül-Arap suyolu üzerinde ortak denetim kurulmasında ısrar etti. İki ülke arasındaki barış, ancak Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos ayında işgali ve ABD ile savaşa tutuşma korkusuyla İran’dan aldığı toprakları geri vermesiyle gerçekleşti.

Amerika’nın tutumu

Amerika Birleşik Devletleri, İran’daki müttefiki Şah'ı devirip iktidara gelen İslami rejimden hiçbir zaman hoşnut olmamıştı. Bu sebeple, 1967 yılında diplomatik ilişkilerini kestiği Irak ile tekrar yakınlaşmaya çalıştı. Çeşitli kanallardan Irak’a silah yardımı yaptı ve büyük miktarda borç para sağladı. Irak’ın biyolojik ve kimyasal silahlar üretmesine yardımcı oldu[kaynak belirtilmeli].
Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere 1986 Mart’ında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik silahlar) kullanmasını eleştiren kararlar almasını, karşı oy kullanarak engelledi.

Savaşın Sonuçları

Irak-İran Savaşı, yaklaşık bir milyon insanın hayatına mal oldu. Savaşan taraflar ufak kazançlar için ekonomik kaynaklarını tüketti. Savaşın sonucunda Irak-İran sınırı değişmedi. Savaşın etkileri yıllar boyunca hissedildi.
İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı.
Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalışmasına yol açtı.
Ülke, uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürüklendi ve desteksiz kaldı. Savaş silahları ve araçları bakımından dışa bağımlı olmanın tehlikesini görerek kendi silah endüstrisini kurmaya çalıştı.


Kaynak:Vikipedi

12 Ekim 2007 Cuma

Luciano Pavarotti



12 Ekim 1935, Modena - 6 Eylül 2007, Modenaİtalyan tenor.Modern opera dönemindeki en önemli ses sanatçılarındandır.1935 yılında İtalya'nın Modena şehrinde doğdu. İlk müzik deneyimini şehrindeki koroda, babası Fernando ile yaşadı. Delikanlıyken, babasıyla Gioachino Rossini adlı koroyla Galler'e gitti. Llangollen uluslararası şarkı söyleme yarışmasında birinci oldu ve bu onu bir tenor olmak konusunda hırslandırdı. Aslında bir öğretmen olmak için yetiştirilen Pavarotti, Arrgio Pola ve Ettore Campogallianni tarafından aldığı derslerle 1961 yılında "Concorso İnternazionale" adlı ödülü kazandı ve opera dalındaki başlangıcını bir tiyatro salonunda La Boheme eseri ile aynı yılın 29 Nisan'ında yaptı.

Bundan sonra Güney ve Kuzey Amerika, Asya, Afrika, Avrupa ve Avustralya'da birçok kez konser verdi. Ardından, Modena'da genç şarkıcıları eğitecek bir okul açtı. 6 Eylül 2007 günü pankreas kanseri sonucu böbrek yetmezliğine girerek hayatını kaybetti.Bir AS Roma taraftarıdır.Eşsiz sesi ve karizmatik kişiliğiyle dünya çapında ünlü bir müzisyen olan Luciano Pavarotti, olağanüstü yorum yeteneğiyle 20. yüzyılın en büyük tenorlarından biri olarak kabul ediliyor. Bir fırıncının tek oğlu olarak dünyaya gelen Luciano Pavarotti 12 Ekim 1935’de İtalya, Modena’da doğdu. Müzik kariyeri Modena Korosunda başladı. Babasıyla birlikte iflah olmaz bir opera hayranı olan Pavarotti kısa sürede yetenekli bir tenor olarak öne çıktı. 22 yaşında müzik ve solistlik eğitimini tamamladı ve dört yıl sonra da bir uluslararası şarkı yarışması olan ‘Concorso Internazionale’yi kazandı.Aynı yıl, 29 Nisan 1961’de, ‘La Boheme’ operasında Rodolfo’yu seslendirerek ilk solo performansını sergiledi. Luciano Pavarotti bunun ardından Milan, Amsterdam, Viyana, Zürih ve Londra’daki başarılı performanslarıyla dünya çapında bir başarı kazandı. 1965 yılında ilk kez ABD’ye giderek Miami’de bir konser verdi. Soprano Joan Sutherland’le birlikte sahne aldığı ‘Lucia di Lammermoor’ ikilinin efsanevi birlikteliklerinin de başlangıcı oldu.17 Şubat 1972’de, New York Metropolitan Operası’nda sahnelenen ‘La Filla Regiment’deki performansı müzik dünyasında ‘Pavarotti Fenomeni’nin herkes tarafından kabul edilmesiyle sonuçlandı.


Bu operada seslendirdiği aryayla dinleyicilerini tam anlamıyla büyüledi ve bütün dünyada bir Pavarotti fırtınası esmeye başladı. Bu olağanüstü başarının ardından artık kendisine tüm dünya sahneleri açılmıştı; en önemli orkestra yönetmenleri ve sanatçılarla birlikte sahne almaya başladı. Ünü opera sahnelerini aşmış, televizyon ve sinema dünyasını da sarmıştı. Konser kayıtları çoğaltıldı, kendisi ve kariyeri üzerine yazılar, kitaplar yayınlandı, talk-showlar ve röportajlar yapıldı ve belki de klasik müzik tarihinin en popüler simalarından biri oldu.Nobel Barış ödülü sahibi Mihail Gorbaçov, ‘Pavarotti&Friends’ projesiyle savaş mağduru ülkelerdeki çocuklara yaptığı yardımlardan dolayı ünlü tenoru ‘World Social Award’ ile ödüllendiriyor. Bu ödülle layık görülen diğer sanatçılar arasında Ted Turner (Dünya Medya Ödülü), Steven Spielberg (Dünya Hoşgörü Ödülü), Sir Paul McCartney (Dünya Sanat Ödülü), ve Alain Delon (Dünya Aktörleri Ödülü) bulunuyor.


BRAVO PAVAROTTI!

ABD’de verdiği büyüleyici konserin ardından, 24 Eylül 1979 tarihli Time dergisi kapağını ünlü tenor Pavarrotti’ye ayırmıştı. Kapak’ta, Pavarotti’yi izleyerek performansına hayran kalan Amerikalı dinleyicinin konserden sonraki coşkulu sloganı ‘Bravo Pavarotti’ kullanılmış.ABD

KÜLTÜRE KATKI ÖDÜLÜ

Kennedy Center’da 2 Aralık 2001 tarihinde düzenlenen ödül töreninde Pavarotti, halen ABD Dışişleri Bakanlığını yürüten Colin Powell ile birlikte. ABD’de her yıl kültüre olan katkıları nedeniyle dünyanın önemli sanatçılarına verilen bu ödüle 2001 yılında Pavarotti ile birlikte layık görülen diğer sanatçılar aktris ve şarkıcı Julie Andrews, piyanist Van Cliburn, Besteci ve müzik yapımcısı Quincy Jones ve aktör Jack Nicholson olmuştu.

TİBET ÇOCUKLARI İÇİN

Pavarotti&Friends (Pavarotti ve Dostları) isimli projesiyle, savaş altındaki ülkelerde yaşayan çocuklar için yardım konserleri düzenleyen Luciano Pavarotti, bu proje kapsamında Tibet’in sürgündeki ruhani lideri ‘Dalai Lama’ ile de 2000 yılında bir araya gelmişti. Klasik müziğin en popüler simalarından biri olan Pavarotti’nin, aynı proje nedeniyle birlikte sahne aldığı pop sanatçıları arasında Bryan Adams, Jon Bon Jovi, Bono, U2, Tracy Chapman, Eric Clapton, Celine Dion, Tom Jones, Elton John da bulunuyor.Bu popülarite Pavarotti’nin kısa süre içinde klasik müzik endüstrisinin de en önemli sanatçılarından biri haline gelmesine yol açtı. Kayıtları yalnızca klasik müzik listelerinin değil ama ilginç bir biçimde uluslararası pop listelerinin de birinci sırasında yer alıyordu. Özellikle ‘Essential Pavarotti’ isimli albümü İngiliz pop listesinde bir numaraya kadar yükseldi ve inanılmaz bir biçimde tam beş hafta boyunca orada kaldı.Luciano Pavarotti 1990 yılında çağdaş klasik müzik dünyasında bir başka önemli olayı gerçekleştirerek opera sanatının diğer iki büyük ismi Jose Carreras ve Placido Domingo ile birlikte Zubin Mehta’nın yönetiminde ‘Üç Tenor’ konserlerini verdi. Roma’da gerçekleştirilen bu konserin kayıtları bütün zamanların en çok satan klasik müzik albümü olarak tarihe geçti. 1993 Temmuzu’nda New York Central Park’ta verdiği konser, müzik tarihinde benzeri pek görülmeyen bir olaya dönüştü. Konsere yarım milyon dinleyici katılırken, bir milyon kişi de çevreye kurulan dev ekranlardan izledi.1998’de Paris’te verdiği konser uydu aracılığıyla bütün dünyada naklen yayımlandı. Klasik müziğin simgesi haline gelen Pavarotti bunlar dışında birçok öncü çalışmaya da imzasını attı. Eserleriyle birçok ödül aldı, Birleşmiş Miletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın barış elçisi ünvanıyla onurlandırıldı.

Albümleri

* Ti Adoro (2003)
* Various: Pavarotti - Rom... (2002)
* The Pavarotti Edition (W... (2001)
* Pavarotti & Friends For ... (1999)
* The Three Great Tenors (1995)
* Christmas Favorites From... (1995)
* Luciano Pavarotti - My F... (1994)
* Puccini: Tosca (Highlights) (1993)
* Ti Amo: Puccini's Greate... (1993)
* Luciano Pavarotti In Con... (1992)
* Pavarotti In Concert (1990)
* The Three Tenors In Conc... (1990)
* Puccini: Madama Butterfly (1987)

Kaynak:forum.klavye.com

9 Ekim 2007 Salı

Velikovsky'e Göre Hz.Musa ve Frivanun Gerçek Hikayesi

Musa’nın aynı zamanda kardeşi olan Firavun’la mücadelesi, halkını esaretten kurtararak Mısır’dan çıkartması, Mısır ülkesini baştanbaşa sarsan 10 felaket, Kızıldeniz’in yarılması ve sonra geri dönerek Firavun’un ordusunu yutması, kutsal kitaplarda yer alan mucizevî dinsel bir hikâye olup, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta da inanılması farzdır. Ancak, bugünkü bilimsel tarihsel görüş açısından doğrulanabilir mi? Immanuel Velikovsky’nin “Kaos Çağları” (Ages in Chaos) adlı kitabı bu soruya bazı çarpıcı ve dâhiyane çözümler getiriyor.

İnanılması güç bazı olaylar hem bilimsel açıklamalar kazanıyor, hem de bölgesel tarihle bütünleşiyor. Günümüzdeki bazı araştırmalar bunları tekrar gündeme getirip, tarihçilerin önceki varsayımlarına meydan okuyarak, inkâr edilemez kanıtlar ortaya çıkarıyor.

Rus Yahudi’si bir ailenin çocuğu olan Immanuel Velikovsky (1895-1979) Moskova Üniversitesi’nde eski tarih ve toplum bilimi ve tıp eğitimi görmüş, daha sonra Viyana’da Freud’un öğrencisi Wilhelm Stekel yanında Psikanaliz eğitimi almıştır. Sonradan, araştırmalarını daha da genişleterek, kozmoloji, astronomi, jeoloji, mitoloji, efsane ve Kutsal Kitaplar’daki metinleri incelemiş ve bunlardan tarihi yeniden yorumlayan tartışmalı eserler çıkarmıştır. Geçmiş çağlarda büyük felaketler yaşandığı Velikovsky’nin en önemli savıdır. Ancak, insanların kötü anılarını bilinçaltına itmesi ve unutulması anlamına gelen “kitlesel amnezi” ile bunların sadece efsanelerde izleri kaldığını iddia etmektedir. Her yerde felaketlerin izleri olduğu halde bunlarla yüzleşmek acı verdiği için, bilim adamları bunları göz ardı ettiler. Günümüzde bu felaketlerin inkâr edilemez izleri bir bir ortaya çıkarılarak, tarih üzerindeki etkileri konusunda spekülasyonlar yapılıyor. Örneğin, son zamanlarda M.Ö. 2300 yılında Irak’ta büyük bir meteor yağmurunun o zamanki uygarlıkların çöküşüne yol açtığı ortaya çıkmıştır. Hemen sonrasında, meydana getirdiği karanlık çağda, Tevrat’a göre İbraniler göç ederek kuraklıktan nasibini almayan Mısır’a yerleşmişti ve zamanla Yusuf’un vezirliğini unutan yeni bir Firavun İsrailoğullarını köleleştirdi.

Tevrat’a göre Musa’nın Mısır’dan Çıkışı M.Ö. 1447 yılında gerçekleşmiştir ve Ramses adı geçtiği için tarihçiler o zamanki firavunun Ramses II olduğunu varsaymışlardır. Ramses II ile ilgili dev eserlerin ortaya çıkışı 19. yüzyılın hayal gücü üzerine büyük etki yaratmıştır. Tarihçiler buna dayanarak Çıkış’ın M.Ö. Ramses (M.Ö. 1279-1213) dönemine denk gelen yıllarında olabileceğini varsaymışlardır, ama bunu kanıtlayabilecek herhangi bir bulgu ortaya çıkmadığı gibi, Tevrat’ın söz ettiği çalkantılı dönemlerin izine de rastlanmamıştır. Ramses sözcüğü Tevrat’ta Yusuf’un döneminde de yer alıyor ve akademisyenler bunun genel bir terim olduğu düşüncesindedirler.

Bu yüzden Velikovsky ve Tarihçi David Rohl “Zamanın Kanıtı” (A Testament in Time) ve “Cennet Bahçesinden Sürgüne” (From Eden to Exile) eserlerinde Çıkış firavununun 13’üncü hanedandan Dudimose olduğunu savunmuşlardır. Aslında Musa bir İbrani ismi olmayıp, Mısır dilinde oğul anlamına gelir. Bu isim, genelde firavunlara ve prenslere verilir. Örneğin Tutmoses, Tut (Tanrı Thoth) oğlu, ve Ramose Ra (Tanrı Ra) oğlu, Amenmose (Tanrı Amen) oğlu demektir. Firavun Dudimose’un (veya Tutimaos) en uygun firavun olma gerekçesi eski Mısır tarihçisi Manetho’ye dayanmaktadır. Ona göre Dudimose zamanında “Biz [Mısırlılar] Tanrının gazabına uğradık” ve o dönemdeki büyük felaketin arkeolojik kalıntıları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Manetho’ya göre Dudimose’tan hemen sonra Mısır zayıf düşmüş ve Hyksoslar hiç karşılık görmeden Mısır’ı zapt edebilmişlerdir.

Tevrat’a göre Firavun, İbrani halkını azat edip ülkeyi terk etmeye izin vermediği için Mısır’ın başına 10 felaket gelmişti. Bunlar: 1) Nil nehrinin kana dönüşmesi; 2) Kurbağa istilası; 3) Sivrisinek istilası; 4) Atsineği istilası; 5) Hayvan ölümleri; 6) Çıban belası; 7) Dolu belası; 8) Çekirge belası; 9) Karanlık Belası; 10) İlk doğan çocukların ölümüdür.

Velikovsky’nin önemli savlarından biri İpuwer papirüse dayanır. Mısır’ın eski hanedan dönemine ait bu papirüs 1828 yılında bulunmuş ve halen Hollanda’nın Leiden Müzesi’nde sergilenmektedir. Akademisyenler bunun bir bilmece veya kehanet olduğunu düşünmüşlerdir, ancak bu papirüs açık bir şekilde Mısır’ın başına gelen felaketler zincirini anlatmaktadır. Nil nehrinin kana dönüşmesi, suların zehirlenmesi, göklerin kararması, hayvanların ölmesi, yangınlar, depremlerle Mısırlıların perişan ve aç bir vaziyete düşmelerini kaydeder. Eğer Velikovsky’nin savı doğruysa, bu sav Mısır tarihinde Tevrat’ta söz edilen olayların Mısır tarihinde izleri bulunmadığı görüşünü çürütür.

Girit yakınlarında, Thera adasında Santorini yanardağının patlamasının yaklaşık olarak o dönemlerde gerçekleştiği düşünülmektedir. Jeologlar M.Ö. 1626 ve M.Ö. 1360 gibi farklı tarihler vermektedir ve Velikovsky’e göre bu sıralarda yanardağlarda zincirleme patlamalar vardı. Santorini adasının patlaması, Girit uygarlığının yok olması gibi, tarihte birçok radikal değişimlere sebep olmuştu. Ortaya çıkan bu patlamanın, 1883 yılında tüm dünyayı sarsan ve 35 bin kişinin ölümüne yol açan Karakatoa yanardağının patlamasından kat kat güçlü olduğu ortaya çıkmıştır ve Vesuvius yanardağının patlaması da aynı zamana rastlar. Santorini yanardağının nükleer bombadan bin kez daha güçlü olduğu hesaplanmıştır. Velikovsky’e göre volkanik Sina dağı da aynı anda patlamıştı. Tevrat’ta, Çıkış’tan hemen sonra İsrailoğulları Sina’ya yürüyüşü “Tanrı önümüzde gündüz bir duman sütunu gibi ve gece bir alev sütunu gibiydi” diye tanımlanır. Volkanik patlamaların gündüz ve gece böyle gözlemlendiği doğrudur.

Peki bu durumda, Kızıldeniz’in yarılması nasıl izah edilebilir? Velikovksy’e göre İsrailoğulları daha sığ olan Sazlar denizinden geçmekteyken oluşan bir deprem suların geri çekilmesine sebep olabilir. Büyük yanardağ patlamalarının depremleri tetiklediği bilinmektedir.

Velikovsky’nin kabul edilen Mısır tarih kronolojisinin birkaç yüzyıl ile hatalı olduğu tarihçi David Rohl ve diğer revizyonist Mısır tarihçileri tarafından destek görmektedir. David Rohl kitabında yüzlerce sayfalık kanıt vermektedir. Bunlar, kutsal kitaplardaki olayların tamamen uydurma olduğu, Musa, Davut ve Süleyman gibi Tevrat’ta söz edilen kralların hiçbir zaman yaşamadığını iddia eden bazı tarihçilerin tezlerini çürütmektedir. Velikovsky ve Rohl’a göre bu tarihçiler arkeolojik bulguları yanlış tarihte aramaktadırlar ve birkaç yüzyıl geri bakılırsa tüm kanıtların orada olduğu gözlemlenecektir

Mısır’dan Çıkış’ın yer aldığı dönemdeki felaketler büyük göçlere de sebep olmuştur denebilir. İsrailoğulları tam bu dönemden sonradır ki Hyksoslar denilen bir kavmin işgaline uğramışlardır. Hem Velikovksy, hem de Rohl’a göre bu kavim Çıkış’tan sonra İsrailoğullarının Mısır yolunda karşılaşıp savaştığı Amalekliler’di. Mısırlıların Amu dedikleri ve ayrıca “Çoban Kralları” olarak da bilinen Hyksoslar, hiç karşılık görmeden Mısır’ı ele geçirdiler. Birkaç yüz yıl sonra işgalden uzak Mısır’ın Güney hanedanı Hyksosları ülkeden kovabilmişti. Arap tarihçilere göre Mekke civarında yaşayan Amalekliler kendi ülkelerinde büyük bir felaket sonrası göç etmişlerdi. Seller bazı kavimleri ortadan kaldırmıştı. Üzerlerine kara dumanlar çökmüş, karıncalar istila etmişti. Manetho’ya göre Dudimose’un döneminden hemen sonra Mısır, doğudan gelen bu gaddar ve acımasız kavim tarafından istila edilmişti. Amalekliler Mısır’da büyük tahribatlarla halkı esir ettiler. Velikovsky’e göre eski ahit Mezmurlar’da geçen “[Tanrı Mısırın üzerine...] Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay kötülük meleği gönderdi” aslında “Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay çoban kralları gönderdi.” Kötülük meleklerinin Mezmurlarda yazılışı malakhei-roim, bu aslında Çoban Kralları, anlamına gelir, doğrusu malakhim-roim olmalı.

Kutsal kitaplar Musa’yı olağanüstü vasıflarla donatır. O dönemde geçen olayların ve doğal felaketlerin arkasında doğal nedenler olması kanımca, bir dönüm noktasında bu felaketleri önceden bilen ve Tanrı’nın gazabı olarak yorumlayan güçlü, bilge bir liderin şanından bir şey eksiltmez. Manetho’nun da Mısır’ın o dönemde Tanrı’nın gazabına uğradığını belirtmesi bunu doğrular.

Velikovsky’nin tezlerini doğru kabul etmek tarihe bakışımızı değiştirmekle kalmaz, bize bu önemli mesajı verir: Dünya tarihinde büyük felaketlerin rolü de büyük olmuştur ve bu olasılık her zaman için geçerliliğini korumaktadır. Velikovksy ve Rohl’un kitapları bu savı öne sürüyor

Kaynak:www.hermetics.org